İSLAM ANSİKLOPEDİSİ



ÂL, ÂLU MUHAMMED

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ailesi, ehl-i Beyt. Âl, ehil kelimesinden dönüşmüş olup, sözlükte; serap, âile, hısım, tabi ve taraf anlamlarına gelir. Ehlin çoğulu ehâlî'dir. Bir erkeğin evinde oturanlara "ehl-i beyt", bir mezhebi benimseyenlere "ehl-i mezheb", bir kimsenin hanımına "erkeğin ehli" denir. Âl ve ehil eş anlamlıdır. Ehlü'n-Nebî (s.a.s.) tabiri, Hz. Peygamber'in hanımları, kızları ve damadı Hz. Ali'yi yahut Resulullah'ın hanımları ile "ÂL" denilen erkeklerden ibaret olup torunlar ve zürriyetler buna dahildir. "Ehlü'l-Enbiyâ", her peygamberin ümmeti, demektir. Ehil, genel anlamlı bir isim olup, bir neseb, bir din, bir san'at, bir ev veya bir belde bağı ile meydana gelen insan topluluğu demektir (İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab; Şemseddin Sami, Kâmus Tercemesi "âl" maddeleri).

Âlu Muhammed onun aile fertleri, hanımları veya hısım olsun olmasın dînine tabi olan kimseler demektir. Kur'an-ı Kerim'de bu anlamda kullanılmıştır.

"Nuh'a; her hayvan türünden birer çift, daha önce helâkine hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve îman edenleri gemiye yükle, demiştik" (Hûd, 11/40).

"Nuh (a.s.) dedi: Ey Rabbim şüphesiz ki oğlum âilemdendir" (Hûd, II/45). Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amelin sahibidir"(Hûd, II/46). Burada, "senin ailenden değildir" sözünün anlamı "senin dînine tabi olanlardan değildir" demektir.

Bütün namazlarda okunması sünnet olan "Allahümme salli ve bârik" duâlarında "Ey Allah'ım, Muhammed (s.a.s.)'e ve Muhammed'in aile fertleri (âli)'ne iyilik ver..." (Buhârî, Tefsîru Sure, 33/10, Enbiyâ, 10, Deavât, 31,32; Müslim, Salat, 65, 66, 69, Tefsîru Sure 33/23, Vitr, 20; Ebû Dâvud, Salât, 179) şeklinde Âlu Muhammed'e dua edilmektedir.

Ebû Hüreyre'den rivayete göre, Allah Resulü torunu Hz. Hasan'ın toplanan zekât hurmalarından bir tanesini ağzına götürdüğünü görünce; "Sen Muhammed'in aile fertleri (âl)'nin zekât malı yemediklerini bilmiyor musun?" buyurdu ve ağzından hurmayı çıkardı (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, V, 292, Hadis no: 739).

Hz. Peygamber çeşitli vesîlelerle kendisine ve aile fertleri (âl)'ne zekâtın helâl olmadığını bildirmiştir (Müslim, Zekât, 161, 168; Nesâî, Zekât, 95, 97, 98, Mâlik, Muvatta', Sadaka, 13; İbn Hanbel, I, 200). İbnü'l-Esîr (ö. 630/1232) bu konuda şöyle demiştir: "Âlü'n-Nebî (Hz. Peygamber'in aile fertleri) hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunlar, kendilerine zekât almanın helâl olmadığı kimseler olup, çoğunluğun görüşüne göre "ehl-i beyt" sayılan kimselerdir (İbn Manzûr, a.g.e., 11, 38).

Ebû Hanîfe ile İmam Mâlik, "Âlu Muhammed" kapsamına özellikle Hâşimoğulları'nın girdiği görüşündedir. Hâşimoğulları da; Alî, Abbâs, Câ'fer, Akil, Hâris b. Abdülmuttalib ve çocuklarıdır. Ancak Mâlikî mezhebinde daha sonra bu sınır genişletilmiş, "En yakın kavim ve hısımlarını azap ile korkut" (eş-Şuarâ, 26/214) ayeti nazil olunca Allah Resulü'nün İslâm'a çağırdığı kimseler "Âlu Muhammed" sayılmıştır. Hatta bazı âlimler bütün Kureyş'i bu kapsama almışlardır .

Hz. Peygamber'in hanımları da ehli beytten sayılmıştır. Çünkü ayette onlara "Ey peygamberin ev halkı. Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip, sizi tertemiz yapmak ister " (el-Ahzâb, 33/33) diye hitap edilmiştir. Ayrıca onlar, bütün müminlerin anneleri sayılmıştır (el-Ahzâb, 33/6).

Diğer yandan Hz. Peygamber, Humme denilen su başında, ümmetine iki ağırlık (önemli şey) bıraktığını, bunlardan birisinin Allah'ın kitâbı olduğunu belirttikten sonra şöyle buyurmuştur: "İkincisi ehl-i beytimdir. Size ehl-i beytim hakkında Allah'ı hatırlatırım (bu sözü üç defa tekrarlamıştır)" (Müslim, Fedâilü's-sahâbe, 4; İbn Hanbel, Müsned, II, 114, IV, 367; Dârimi, Fezâilü'l-Kur'an, 1).

Şia âlimleri Hz. Peygamber (s.a.s.) in ehl-i beytini, Hz. Fâtıma'ya onun kocası Hz. Alî'ye, oğulları Hasan'la Hüseyin'e ve Hz. Hüseyin'in neslinden gelen dokuz kişiye bağlama eğilimindedirler. Hz. Hüseyin (ö. 61/680), Hz. Ömer (ö. 23/643) devrinde Pers İmparatoru Yezdecird'in kızı Şahbânî ile evlenmişti. Onlar ehl-i beyte* kapsamlı veras-i velâyet, masumluk ve gaybı bilme gibi birtakım sıfatlar isnat ederler. Halbuki bu sıfatların bir kısmını Allah'u Teâlâ bazı peygamberlere bile vermemiştir.

Hanefîlere göre Hâşimoğulları'ndan olan Hz. Alî, Abbâs, Câ'fer Akîl ve Hâris b. Abdülmuttalib ailelerine zekât olsun, sadaka olsun vermek caiz değildir. Yalnız atiyye kâbilinden yapılacak nafile yardımı caiz görenler vardır.

Hz. Peygamber, zekâtı malın kirden arınması saymış olup, ileride kendi hısım ve akrabasının bu mallardan yemesini önlemek istemiştir. Çünkü bu durum, onları tufeylî bir yaşayışa itebilir, halk nezdinde küçük düşürebilirdi. Çünkü o biliyordu ki, yaktığı hidayet meşâlesi insanlığı aydınlattıkça, bunun tabiî ve pek büyük minnettarlığından evlâd ve ahfâdı istifâde derdine düşebilirdi. Konulan mâlî yükümlülüklerden, önce kendileri yararlanmak isteyebilirlerdi. Halbuki o, İslâm'ı tebliğ ve yayma hizmeti karşılığında ne kendisinin ve ne de aile fertlerinin dünyada maddî mükâfat görmelerini istemiyordu. Bu konudaki rehberi şu ayetti: "Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Ben Allah'ın dinini tebliğe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak salih amellerle Allah'a yaklaşmayı sevmenizi istiyorum." (eş-Şûrâ, 42/23).

Hamdi DÖNDÜREN