Cinlerin bir tek ferdine "cinnî" denir. "cânn"
        kelimesi cin ile eşanlamdır. Ğûl ve ifrit cinlerin değişik
        türleridir.
        İslâm'dan önce Arabistan'da cinler, çölün
        "satyre" ve "nymphe"leri idi. Tabiat hayatının,
        insanların hükmü altına girmemiş ve düşman
        kalmış tarafını temsil ediyorlardı. Fakat Hz.
        Peygamber (s.a.s.)'in bey'ati esnasında cinler önemli ve
        bilinmeyen ilâhlar arasına girmekte idiler. Mekke Arapları
        cinler ile Allah arasında bir nesep yakınlığı
        bulunduğunu söylerler (es-Saffât, 37/158), onları
        Allah'ın ortakları mertebesine çıkarırlar (el-En'âm,
        6/128) ve onlardan yardım dilerlerdi. (el-Cumua, 62/6)
        Cinin varlığı Kur'an ve sünnet ile sabittir. Hayat
        sahibi yaratıklar yalnız şu madde dünyasındaki
        insanlarla, çeşitlerini bilemediğimiz hayvanlardan ibaret
        değildir. Bir de ancak peygamberlerin ve asfiyâ (dinde yüksek
        mertebe sahibi kimseler)'nın gördüğü varlıklar
        vardır ki, bunlar melekler ile cinlerdir. Bunlar çeşitli
        şekillere girecek vaziyette yaratılmışlardır.
        Melekler Allah'a itaattan asla ayrılmazlar. Göklerde bulunurlar,
        ancak Allahu Teâlâ'nın emriyle yeryüzüne iner, tekrar göklere
        yükselirler. Cinler ise, insanlar gibi yeryüzünde bulunurlar.
        Müminleri ve kâfirleri vardır. Meleklerin ve cinlerin
        varlığı, Kur'an ve sünnetle sabit olduğundan,
        bunları inkâr etmek, İslâm akîdesini zedeler.
        Cinler de insanlar gibi mükellef olup onlara da peygamberler
        gönderilmiştir: "Ey cin ve insan topluluğu; size, içinizden,
        ayetlerimi anlatan ve şu (korkunç haşr) gününüzün geleceğini
        haber verip sizi korkutan peygamberler gelmedi mi?" (el-En'âm,
        6/130)
        "Doğrusu biz (cinler) o hidayet rehberi (olan Allah'ın
        Peygamberini) dinlediğimizde hemen O'na inandık. Her kim bu
        suretle Rabbi'ne iman ederse o, ne hakkı eksilmekten, ne de zulme
        uğramaktan korkmaz. " (el-Cinn, 72/13)
        "Şu vakti de hatırla ki, cinlerden bir
        kısmını Kur'an dinlesinler diye sana sevketmiştik.
        Onlar (Peygamber'in huzurunda) Kur'an dinlemeye hazır olunca
        (birbirlerine): "Susunuz (dinleyiniz)"dediler. Kur'an
        okunması bitirilince de döndüler ve inzâr etmek üzere
        kavimlerine gittiler. Ey kavmimiz. dediler: Biz bir kitap dinledik.
        Musa'dan sonra indirilmiş. O, kendisinden öncekini tasdik ile
        hakka ve doğru bir yola hidâyet ediyor. Ey kavmimiz, Allah'ın
        davetçisine icabet ve ona iman edin ki, Allah günahlarınızdan
        bir kısmını mağfiret etsin ve sizi elem verici bir
        azaptan korusun; ve her kim Allah'ın davetçisi (Peygamberi)ne
        icabet eylemezse arzda aciz bırakacak değildir. Ve ona ondan
        başka sahip olacak veliler de yoktur. Öyleleri açık bir dalâlet
        içindedirler" (el-Ahkâf, 46/29-32)
        Hadis râvileri Rasûlullah (s.a.s.)'ın, cin'i görüp görmediği
        konusunda farklı görüştedirler. Müslim'de, Abdullah
        İbn Mes'ud (r.a.)'dan rivayete göre, Peygamber Efendimiz
        cinni'lerin davetine icabet buyurmuş, onları görmüş ve
        irşad etmiştir. Buhârî ve Müslim'in, İbn Abbas'tan
        rivayetlerine göre ise, Hz. Peygamber ashabıyla "Ukaz"
        panayırına giderken "Nahle"de sabah
        namazını kıldırmış, bir grup cin gelip
        Kur'an dinlemiş ve müslüman olmuştur. Bu durumu Cenâb-ı
        Hakk, Hz. Peygamber Efendimize Cin sûresinin ilk ayetlerinde haber
        vermiştir. (el-Cin, 72/1-3).
        Müfessir İmam Kurtubî, bu iki rivayeti şu şekilde
        yorumlar: İbn Abbas'ın rivayetine göre, Hz. Peygamber o
        olayda, cinni görmemiş; onların Kur'an dinleyip müslüman
        olduklarını, Cenâb-ı Hakk daha sonra haber
        vermiştir. Fakat bu olayla İbn Mes'ud'un rivayet ettiği
        olay farklıdır. Nitekim İbn Mes'ud (r.a.) şöyle
        demiştir: "Bir gece Hz. Peygamber (s.a.s.) ile beraberdik.
        Derken aramızdan kayboldu. Vadilerde, dağlarda aradık
        bulamadık. O geceyi hep endişe içinde geçirdik. Nihayet
        sabah olunca bir baktık ki Hîra* tarafından geliyor. "Ya
        Rasûlallah dedik, sizi kaybettik. Aradık bulamadık. Bu yüzden
        bütün gecemiz endişe içinde geçti." şöyle buyurdu:
        "Bana cin(ler)den bir davetçi geldi. Onunla beraber gittim. Onlara
        Kur'an okudum" (Kurtubî, el-Camî'li-Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut
        1967, XIX, 2 vd.)
        Cinler gaybı bilemezler. (Sebe, 34/14) Allah'ın
        peygamberlerine bildirdiği şeyleri öğrenemezler:
        "Şüphe yok ki onlar (meleklerin sözünü) işitmekten
        kat'i surette azledilmişlerdir. " (eş-Şuarâ,
        26/212)
        Cinler insanlardan önce yaratılmışlardır,
        Kur'an-ı Kerîm'de çok zehirli bir ateşten
        yaratıldıkları haber verilir:
        "Cânnı da, daha önce çok zehirli ateşten
        yarattık. " (el-Hicr, 15/27)
        Cinlerin erkek ve dişi olanları vardır. Evlenirler,
        çoğalırlar, yerler, içerler. İhtiyarı, genci
        vardır. Cinler de mükellef olup insanlar gibi Allah'ın emir
        ve yasaklarına uymak zorundadırlar: "Ben cinleri ve
        insanları ancak ibadet etsinler diye yarattım. "
        (ez-Zariyat, 51/56).
        Cinlerin yaratılışlarıß türlü şekillere
        girmeye, ağır işler görmeye elverişlidir. Nitekim
        Kur'an'da ifade olunduğuna göre (en-Neml, 27/39), Hz. Süleyman
        Belkıs'ın tahtını Yemen'den getirmek isteyince, bir
        cin, daha sen makamından kalkmadan ben sana onu getiririm, benim
        herhalde buna yetecek gücüm var demiştir. Süleyman (a.s.)
        Kudüs'te, getirilecek taht Yemen'deydi. Onu bir saniyede getirmek
        büyük bir hız ve güce sahip olmak demekti. Süleyman peygamber,
        cinleri ağır ve güç işlerde çalıştırmıştır.
        "Süleyman (a.s.)'ın önünde, Rabbı'nın izniyle
        iş gören bazı cinler de vardı. İçlerinden kim
        bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azabdan
        tattırdık. " (Sebe, 34/12).
        Şeytan da cinlerdendir. Allahu Teâlâ kendisini Hz. Adem
        (a.s.)'e secde etmekle mükellef tutmuş; şeytan ise,
        kendisinin ateşten, Adem'in topraktan
        yaratıldığını ileri sürerek secde etmemiştir.
        Bunun üzerine Allahu Teâlâ onu rahmetinden kovmuş o da kâfir
        olmuştur (el-Bakara, 2/24) Şeytanların amiri durumundaki
        şeytana İblis denir. Şeytan, insanları azdırmak
        için çeşitli yollara başvurur. Ondan sakınmak gerekir:
        "Ey Ademoğulları, Şeytana tapmayın. Çünkü
        o sizi Rabbınız'dan ayıran bir düşmandır, diye
        size emretmedim mi?" (Yasin, 36/60)
        "Şeytan sizin için yaman bir düşmandır. Bu
        sebeple siz de onu düşman edinin. " (el-Fatır, 35/6).
        Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurmuşlardır:
        "Allah sizden her biri için, bir cinni arkadaş
        kılmıştır. " Ashab: "Size de mi yâ
        Rasûlallah?" diye sorduklarında, Rasûlullah: "Bana da
        ancak Allah ona karşı bana yardım etti de, o (cin) müslüman
        oldu, artık o, bana ancak hayır emrediyor. " buyurdu.
        (et-Tâc, V, 233).
        Bu hadisten anlaşılıyor ki, şeytan insanı
        saptırır. E l-i Sünnet inancına göre, şeytan,
        insanın vücuduna da, aklına da zarar verir.
        Felsefecilerin çoğu, özellikle İbn Sina ve Farabî
        cinlerin varlığını kabul etmezken;
        bazıları bunu kabul etmişlerdir. Bunlar cinlere süflî
        ruhlar adını vermektedirler. Bunların ervâh-ı
        felekiyyeden daha süratli cevap verdiklerini fakat onlardan daha zayıf
        olduklarını iddia etmişlerdir.
        Buna karşılık peygamberlere inanan ve belli şerîatlara
        sahip olan milletler, cinlerin varlığını tereddütsüz
        kabul etmişler; ancak mahiyetleri hususunda farklı görüşler
        ileri sürmüşlerdir. Kimileri; cinler, havâî, yani rüzgârdan
        yaratılmış, çeşitli şekillere girebilen
        canlılardır, demişlerdir. Bazıları ise
        bunların, cevher olduklarını; â'râz* ve ecsâm olmadıklarını
        söylemişlerdir. Bu cevherleri de mahiyetleri muhtelif bazı
        kısımlara ayırmışlardır:
        Bazıları iyi, salih ve hayırseverdirler.
        Bazıları ise kötü, aşağılık ve kötülükseverdirler.
        Sayılarını ancak Allah bilir.
        Bazı fırkalar da cinlerin cisim olmakla beraber,
        mahiyetlerinin farklı, sıfatlarının bir
        olduğunu söylemişlerdir. Sıfatları ise uzayda yer
        kaplamaları; uzunluk, genişlik ve derinlik gibi üç boyutlu
        olmalarıdır. Cinler; latif, keşif, ulvî ve süflî kısımlara
        ayrılırlar. Hevâî cism-i latîflerin, mahiyet itibariyle, diğer
        cisim türlerine benzemesi imkânsız bir olay değildir.
        Binaenaleyh bunların, kendilerine özgü ilimleri vardır,
        insanların yapamayacakları acaip ve zor işleri yapabilir,
        çeşitli şekillere girebilirler. Bu da Cenâbı
        Allah'ın onlara bu gücü vermesi sayesinde olur. Bazı
        fırkalar da, cisimlerin mahiyet itibariyle birbirine eşit
        olduğunu, hayat için bünyenin şart
        olmadığını söylemişlerdir. İmam
        Ebu'l-Hasan el-Eş'arî ile izleyicileri bu görüştedirler.
        Mu'tezile ise bu görüşü ve buna paralel olarak cinlerin varlığını
        kabul etmemiştir. Bunlar, hayat için bünyenin şart
        olduğunu, zor işler yapabilmek için bünyenin katı
        olmasını bir şart olarak ileri sürmüşlerdir. Bu görüş,
        çoğunluk tarafından reddedilmiştir. Çünkü bu görüşte
        olanlar, harikulâde olayları inkâr, varlığı kitap
        ve sünnet ile sabit olan şeyleri reddetmiş oluyorlar.
        Cinler de, İslâm dini açısından iki
        kısımda incelenirler: Mümin olanlar, kâfir olanlar.
        İnsanlar gibi cinler de, Peygamberimize iman ile mükelleftirler.
        Çünkü Peygamberimiz onlara da gönderilmiştir. Binaenaleyh ona
        iman eden, müminler grubuna dahil olur; müminlerle birlikte Cennet'e
        girer. Ona iman etmeyenler ise şeytanlarla beraber olur; Cehennem'i
        boylar.
        Cinler islâm dini ile mükellef oldukları için, onların
        da bundan haberleri olması ve İslâm dininin onlara da tebliğ
        edilmesi lâzımdır. İşte burada cinlerle
        peygamberimizin temas şekli ortaya çıkıyor.
        Cinler henüz peygamberimizin bi'setinden haberdar değillerken göğe
        çıkar, mele-i âlâ'da konuşulan şeyleri kulak
        hırsızlığı ederek çalarlardı. Buna bir
        çok şey ilâve eder, insanlara aktarırlardı.
        Peygamberimizin bi'setinden cinlerin haberi yoktu. Her zamanki gibi gökten
        bir şeyler öğrenmeye kalkıştılar; fakat
        yakıcı ateşlerle, şiddetli bekçilerle karşılaştılar.
        Bundan irkilerek sebebini araştırmaya başladılar.
        Yeryüzüne akın ettiler. İçlerinden bir grup,
        Peygamberimiz'i ashabı ile birlikte Nahle'de namaz kılarken
        buldu. Okuduğu Kur'an'ı dinlediler; güzelliği ve mükemmelliği
        karşısında hayret ettiler. Bunların üç ilâ on
        veya dokuz nefer oldukları ifade edilmektedir.
        Peygamberimiz (s.a.s.) onlara İslâm'ı öğretti (Müslim,
        1, 332; Kitabu's-Salat, hadis no: 150-153; Ebû Davûd, 1,10, hadis no:
        39). Şurasını hemen hatırlatmak gerekir ki cinler,
        bize tamamen aykırı yaratıklardır. Onların
        İslam ile mükellef olmalarının şekli nedir; bunu
        ancak Allah ve Rasûlü bilirler. Bize sadece buna inanıp iman
        etmek gerekir.