Cum'a Arapça bir isim olup, "toplanma, bir araya gelme, toplu
        dostluk" anlamlarına gelir. Sözlükte cumua ve cumea
        şeklinde de okunur. Bir terim olarak perşembe günü ile
        cumartesi arasındaki günün adı olduğu gibi, aynı gün
        öğle vaktinde kılınan iki rekat farz namazın da
        adıdır. Cum'a gününe, müslümanların ibadet için
        mescidde toplanmaları sebebiyle bu isim verilmiştir (Zebidî,
        Tâcu'l-Arüs, V, 306; Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, XVIII,
        97, 98).
        Hafta günlerine İslâm'dan önce verilen isimler şimdiki
        isimler olmayıp cum'a gününe "yevmu'l-arube" denirdi
        (Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99). Süheylî'ye göre bu isim süryânîce
        olup "rahmet" manasına gelmektedir. Cum'a'dan sonraki günler
        de "şeyar: cumartesi", "evvel: pazar",
        "ehven: pazartesi", "cebar: salı", "debar:
        çarşamba", "mûnes: perşembe" idi. Araplar'da
        günlerin bu eski isimlerinin ne zaman değiştirildiği
        konusunda şu bilgiler vardır; Arûbe yerine cum'a adını
        veren, bir rivayete göre Hz. Peygamber'in (s.a.s.) dedelerinden Ka'b
        İbn Lüeyy'dir. İbn Sîrîn'den gelen bir başka rivayete
        göre de bu ad cum'a namazı henüz farz kılınmadan evvel
        Medine'de bulunan müslümanlar tarafından verilmiştir.
        İbn Sîrîn'in rivayeti şöyledir: "Hz. Peygamber
        (s.a.s.) Medine'ye hicret etmeden ve cum'a ayeti nazil olmadan önce
        Medineliler cum'a namazı kılmışlardı." Ensâr:
        "Yahudilerin bir günü var, her yedi günde biraraya toplanıyorlar,
        hristiyanların da öyle. Bizim de bir toplanma günümüz olsun, o
        günde Allah'ı zikredelim; şükredelim." dediler. Bunun
        üzerine: "sebt: cumartesi günü yahudilerin, ahad: pazar günü
        hristiyanların, o halde bunu arube: günü yapalım."
        demişlerdi. Bu suretle Es'ad İbn Zürâre'nin yanında
        toplandılar, Es'ad b. Zürâre (r.a.) onlara iki rekat namaz kıldırdı
        ve vaaz etti. Toplandıkları ana "cum'a"
        adını verdiler. O da onlara bir koyun kesti, ondan kuşluk
        ve akşam vakti yediler. Daha sonraları da cum'a ayeti nazil
        oldu (Cum'a Suresi, 62/9)
        İbn Hazm da: "Cum'a ismi, İslâmî olup, İslâm'dan
        evvelki günlerde kullanılmazdı. Câhiliyye devrinde o güne
        arube denilirdi. İslâm döneminde o gün namaz için toplanıldığından
        "cum'a" ismi verilmiştir." der. İbn Huzeyme'nin
        Selmân-ı Fârisî'den yaptığı bir rivayete göre,
        bir defa Peygamberimiz (s.a.s.) Selmân'a: "Selmân, sen Cum'ayı
        ne zannediyorsun?" diye sorunca o da: "Allah ve Rasûlü daha
        iyi bilir." der. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.) "Senin atan
        Âdem (a.s.)'in yaratılışı işte o gün oldu,
        yani vücudunun bütün parçaları o gün bir araya
        getirildi." buyurmuştur. Ebu Hüreyre'den rivayet edilen başka
        bir hadiste de: "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı
        Cum'a günüdür: Âdem (a.s.) o gün yaratıldı, o gün
        Cennet'e girdi, yine o gün Cennet'ten çıkarıldı. Bir de
        kıyamet Cum'a günü kopacaktır." buyurulmuştur. (Müslim,
        Cumua, 5) Diğer bir rivayette de, yukardaki sözlere ilâveten
        şu cümleler yer almıştır: "..O gün tövbesi
        kabul olundu ve o gün vefat etti. Kıyamet de o gün kopacaktır.
        İns ve Cin'den başka hiçbir mahluk yoktur ki, Cum'a günü
        tan yeri ağardıktan gün doğuncaya kadar -kıyamet
        belki bu gün kopar korkusu ile- kulak kabartmasın. Bir de o günün
        içinde öyle bir saat vardır ki, hiçbir müslüman kul tesadüfen
        o esnada namaz kılıp Allah'tan bir hacetini dilemez ki, onu
        Allah O'na vermesin. "
        İbn Hacer'e göre Cum'a Mekke'de farz olmuştur. Fakat müslümanların
        azlığı ve açıktan namaz kılacak derecede güçlü
        olmamaları nedeniyle Mekke'de Cum'a kılmak mümkün olmamıştır.
        Ancak şartlar tahakkuk etmeden Cum'anın farz
        kılınması garip görünmektedir. Bu nedenle diğer
        âlimler, Mekke'de Cum'a için sadece izin verilmiş
        olabileceği kanaatindedirler. İbn Abbas'ın şu
        rivayeti de bu görüşü desteklemektedir: "Rasûlullah
        (s.a.s.), hicret etmeden önce Cum'a namazının
        kılınması için izin verilmiştir. Fakat Mekke'de
        Cum'a kıldırmaya gücü olmadı. Onun için, daha önce
        Medine'deki müslümanlara İslâm'ı öğretmek için
        gönderilmiş olan Mus'ab İbn Umeyr'e mektup yazarak:
        "Yahudilerin açıktan Zebur okudukları güne bak, siz de
        kadınlarınızı ve oğullarınızı
        toplayın da zeval vaktinden sonra Allah'a iki rekat (namaz) ile
        takarrub edin." Bu emir üzerine Mus'ab, Medine'de ilk Cum'a kıldıran
        kişi olmuştur. Bu görevi Peygamber Medine'ye gelinceye kadar
        sürdürmüştür." (Suyütî, ed-Dürru'l-Mensûr, VI, 218,
        Dâre Kutnî'den naklen: İbn Sa'd, Tabakat, III, 118). Mus'ab
        (r.a.)'ın Cum'a namazı kıldırdığı ilk
        cemaatin sayısı, oniki idi.
        İbn Hacer'in Cum'a namazının Mekke'de farz
        kılındığı halde, orada
        kılınmayışını sayı
        azlığına bağlanmasının geçerli olabilmesi
        ihtimali uzaktır. Çünkü Cum'a namazının
        kılınabilmesi için kırk kişinin
        varlığı gerekecek olsa bile, bu sayıda müslüman o
        tarihlerde bir araya rahatlıkla gelebilirdi. Ancak Cum'a
        namazının açık kılınması gereği ve
        Rasûlullah ile müslümanların o sıralarda gizlenmiş
        bulunmaları nedeniyle kılamamış olmaları düşünülebilir.
        Kanaatimize göre bu, sıradan bir izin olarak da
        değerlendirilemez. Çünkü Yüce Allah'ın ve Rasûlü'nün
        izinleri bile emir gibi uyulması gerekli hükümlerdir. Özellikle
        bu konu ibadetlerle ilgili olursa emir durumu daha güçlüdür. Bu
        konuda cihada izin veren (el-Hacc, 22/39) ayetini gözönünde
        bulundurabiliriz.
        Diğer taraftan Cum'a namazının farziyetini bildiren
        ayet (Cumâ, 62/9-11) bilindiği gibi Medine'de ve Hicret'ten
        sonraki yıllarda nazil olmuştur. Bu durum ise bizlere abdestin
        farziyeti ile ilgili ayetin nüzulünü hatırlatmaktadır.
        Namaz için abdest almak bilindiği gibi peygamberliğin ilk dönemlerinde
        farz kılındığı halde, ilgili âyet daha
        sonraları Medine'de nazil olmuştur. Demek oluyor ki bazı
        hükümler teşrî edilirken, ilgili olan âyet, daha sonra inmiş
        olabilir. Bu, hükmü pekiştirmek için olabildiği gibi, nüzül
        için gerektirici bir münasebete kadar bekletilmesi ve böylece daha
        etkileyici bir hal alması hikmetine de dayalı olabilir.
        Cum'a'yı ilk kıldıranların Es'ad İbn Zürâre
        ile Mus'ab İbn Umeyr oldukları hakkındaki rivâyetlerin
        arasını birleştirmek gerekirse; Mus'ab'ın,
        Medine'nin merkezinde ve Peygamber'in (s.a.s.) emri üzerine Cum'a namazı
        kıldırdığı; Es'ad'ın ise Medine
        yakınında bir yerde ve Peygamber'in (s.a.s.) emri gelmeden
        kıldırdığı söylenebilir. Hz. Peygamber
        (s.a.s.)'in kıldırdığı ilk Cum'a namazı,
        Ranuna' denilen yerde Sâlim İbn Avf mescidindedir. Hz. Peygamber
        (s.a.s.) Medine'ye hicret buyurduğunda ilk olarak Kuba'da Amr
        İbn Avfoğullarına misafir oldu. Orada pazartesi,
        salı, çarşamba ve perşembe günleri kalıp, Kuba
        Mescidi*nin temelini attı; sonra Cum'a günü Medine'ye gitmek
        için yola çıktı. Benu Sâlim yurduna gelince Cum'a namazı
        vakti girmişti. Orada hutbe okuyup ilk defa Cum'a
        namazını kıldırdı. Bu, Hz. Peygamber'in
        kıldırdığı ilk Cum'a namazıdır.
        Cum'a'yı farz kılan âyet bundan önce nâzil olmuştur.
        Medine haricinde ilk Cum'a namazı kılınan yer de
        Bahreyn'de "Cevâsa" da Abdi Kays Mescidi'dir.
        İslâm'da Cum'a gününün dünyanın
        başlangıcına, sonuna ve âhirete kadar uzanan bir yeri ve
        değeri vardır. Diğer semâvi dinlerde de Cum'a gününe
        dikkat çekilmiş, fakat onlar bunu terkederek başka günlere
        yönelmişlerdir. Ebû Hüreyre'den Allah Rasûlû'nün şöyle
        dediği nakledilmiştir: "Bizler, bizden önce kitap
        verilenlere göre en sonuncusuyuz. Kıyâmette ise en öne geçeceğiz.
        Onlar, Allah'ın kendilerine farz kıldığı bu
        Cum'a gününde ihtilafa düştüler. Allah onu bize gösterdi. Diğer
        insanlar bu konuda bize uyuyorlar. Ertesi gün yahudilerin, daha ertesi
        gün ise hristiyanlarındır. " (Buhârî, Cum'a, 1;
        Müslim, Cum'a hadis no: 856. Müslim'in lafzı az
        farklıdır).
        Yine Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
        "Rasûlullah (s.a.s.)'a Cum'a gününe niçin bu adın
        verildiği sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir:
        "Babanız Âdem'in yaratılışı o günde
        oldu. Kıyâmet o günde kopacak, yeniden dirilme ve insanların
        hesap için yakalanması o günde olacaktır. Cum'a gününün
        üç saatinin sonunda öyle bir an vardır ki, o anda dua edenin
        duası kabul olunur. " (Ahmed b. Hanbel, İstanbul 1981,
        II, 311)
        "Her kim Cum'a günü, cenâbetten gusül eder gibi güzelce
        gusleder, sonra da ilk saatte yola çıkarsa bir deve kurban
        etmiş gibi olur. İkinci saatte yola çıkarsa bir
        sığır kurban etmiş gibi olur. Üçüncü saatte yola
        çıkarsa bir koç kurban etmiş gibi olur. Dördüncü saatte
        yola çıkarsa bir tavuk kurban etmiş gibi olur. Beşinci
        saatte yola çıkarsa bir yumurta tasadduk etmiş gibi olur.
        İmam Cum'a namazı için iftitah tekbiri alınca melekler
        hazır olur, okunan Kur'ân-ı dinlerler. " (Müslim,
        Cumua, 2, hadis no: 850)
        Cum'a namazını terk edenler için de hadis-i
        şeriflerde şu tehditler varid olmuştur:
        "Birtakım insanlar ya Cum'a namazını terk etmeyi
        bırakırlar, yahutta Allah onların kalplerini mühürler
        artık gafillerden olurlar. " (Müslim, Cumua, 12, hadis no:
        865)
        "Her kim önemsemediği için üç Cum'a yı terk
        ederse, Allah onun kalbini mühürler. " (Ebû Davûd, Salât 210)
        "Bir kimse Cum'a günü gusleder, elinden geldiği kadar
        temizlenir, yağ veya koku sürünür, sonra mescide gider bulduğu
        yere oturur ve namazını kılar, hutbeyi dinlerse; geçen
        Cum'a'dan o Cum'a ya kadar işlemiş olduğu günahları
        affolunur. " (Buhârî, Cumua, 6)
        Cum'a namazının farziyyeti Kitab, Sünnet ve icmâ-i ümmet
        ile sabittir. Cum'a sûresinin dokuzuncu âyetinde Cenâb-ı Allah
        şöyle buyurmuştur:
        "Ey iman edenler, Cum'a günü namaz için çağrıldığınız
        zaman, Allah'ı anmağa koşun; alış-verişi
        bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
        "
        İbn Mâce'de mevcut Hz. Câbir (r.a.)'den rivâyet edilen
        şu hadis, Cum'a'nın farziyyetinin sünnetle delilidir:
        "Ey insanlar, ölmeden önce Allah'a tövbe ediniz. (Başka
        işlerle) meşgul olmadan önce de sâlih ameller işlemeye
        çalışınız. Allah'ı çokça zikretmek ve gizli
        ve açık olarak çokça sadaka vermek suretiyle sizin ile Rabbiniz
        arasındaki bağı güçlendiriniz. (Böyle yaparsanız)
        hem rızıklanırsınız. hem de (Allah
        tarafından) hatırınız hoş tutulur. Şunu
        biliniz ki: Yüce Allah şu bulunduğum makamda, şu günümde,
        şu ayımda ve şu yılımda sizlere Cum'a'yı
        farz kılmış bulunuyor. Ve bu kıyâmete kadar
        böylece devam edecek. Benim hayatımda, ya da benden sonra adaletli
        yahutta zâlim bir imamı bulunduğu halde, onu hafife alarak
        yahut ta inkâr ederek kim terkederse; Allah, onun iki yakasını
        bir araya getirmesin, hiç bir işini mübarek kılmasın.
        Haberiniz olsun, böyle bir kimsenin ne namazı vardır ne zekâtı,
        ne haccı, ne orucu ve ne de iyiliği Tâ ki tövbe edinceye
        kadar. Artık kim tövbe ederse, Allah, onun tövbesini kabul etsin.
        Şunu da biliniz ki: Hiç bir kadın bir erkeğe imam
        olmasın. (Okuması düzgün olmayan bir bedevî) Arap, bir
        muhacirin önüne geçip imam olmasın. Fâcir bir kimse de, kılıcından
        ya da copundan korktuğu bir zorbanın kendisini zorlaması
        hali dışında da mü'min bir kimseye imam olmasın.
        " (İbn Mâce, Sünen, İstanbul 1401, I, 343, Hadis no:
        1081).
        Hz. Peygamber'in Benu Sâlim yurdunda kıldırdığı
        ilk Cum'a namazında cemaatin kırk veya yüz kişi
        olduğu söylenir. Bu mescide sonradan "Mescid-i Cum'a" adı
        verilmiştir. Cum'a âyetinin Mekke'de nâzil olduğu da ihtimal
        dahilindedir. Peygamber (s.a.s.) Cum'a hutbesi için bir hurma kütüğü
        edinmiş, ensârdan bir kadının aynı zamanda marangoz
        olan köleşinin ılgın ağacından
        yaptığı üç ayaklı minber, mescide konuncaya kadar
        onun üzerinde Cum'a hutbelerini okumuştur. Yeni minber gelip de
        Peygamber (s.a.s.) hutbe için üzerine çıkınca eski hurma kütüğünden
        deve iniltisi gibi bir ses çıkmış, Peygamber de inerek
        elini üzerine koyunca susmuştur. Bu hâdise Hz. Peygamber'in bir
        mucizesi olarak "Cizu'n-nahle" adıyla meşhur
        olmuştur.
        Peygamber (s.a.s.) camiye girince, cemaata selam verir; minbere çıkınca,
        onlara döner ve ikinci bir selamdan sonra otururdu. Bu oturuşa
        "Celsetu'l-istiraha" denir. Bilâl ezan okumağa
        başlar; bitirince, Peygamber (s.a.s.) kalkarak hamd ve senâdan
        sonra, vaaz ve nasihatı muhtevî bir hutbe okurdu. Bir müddet
        oturduktan sonra tekrar kalkıp, ikinci hutbeyi de okur ve minberden
        inerdi. Kamet getirildikten sonra iki rek'at olarak Cum'a
        namazını kıldırırdı. Cum'a
        namazının ilk rek'atında ekseriyetle Cumu'a sûresini ve
        ikinci rek'atta da Münâfıkun sûresini yüksek sesle okurdu.
        Cemaat en fazla Cum'a namazında toplandığı için,
        Cumu'a sûresini okumakla, onlara cum'a'nın âdâb ve erkânını
        öğretmiş ve Münâfıkûn sûresini okumakla da, münâfıklardan
        sakınmaları lüzumunu ihtar etmiş oluyordu.
        Sonraları ilk rek'atta A'lâ ve ikincide de Câşiye sûrelerini
        okuduğu rivâyet edilmiştir.
        Halife Hz. Ebû Bekir ve sonra Hz. Ömer (r.a.) zamanında bu
        şekilde Cum'a namazı kılındı ise de; Halife Hz.
        Osman (r.a.) zamanında şehrin nüfusunun arttığı
        ve halkın câmiden uzak yerlerde ikâmet ettiği gözönünde
        tutularak, namaz vaktinin geldiğini ilân için mescidin dışında
        bir ezan okutturulmağa başlandı. Bu ezan Zavra'da
        okunuyordu. Hz. Osman'ın okuttuğu bu ezan (dış ezan)
        diğer memleketlerde de okunmağa başlandı.
        Kendisinden seksen sene sonra Hişam b. Abdu'l-Melik de bu
        dış ezanın hariçte, mesela Medine'nin Zavra'sı gibi
        şehrin ortasında okunacak yerde, camiin minaresinde
        okunmasını emretti.
        Böylece kitap, sünnet ve icmai ümmet ile sabit olan Cum'a namazı
        gücü yeten ve şartları kendinde bulunan her mükellef
        müslümana farz-ı ayındır. İki rek'at olan Cum'a
        namazını herhangi bir sebepten kılamamış
        olanlar, öğle namazını dört rek'at olarak kılarlar.
        Bütün namazlarda şart olan İslâm, akıl, büluğ,
        tahâret şartlarından başka Cum'a namazının
        farziyet ve edâsının şartları vardır.