İslâm literatüründe yahudiler ve hristiyanlar için kullanılan
        bir tâbir, kitab ehli.
        Kur'ân-ı Kerîm, birçok yerde yahudiler ve hristiyanlardan,
        ehl-i kitap diye bahseder; Hadislerde de bu tâbir sık sık
        kullanılmıştır. Böylece vahiy yoluyla nâzil olmuş
        Tevrat, Zebûr ve İncil'e sahip bulunan yahudiler ve hristiyanlar,
        bu kitaplar tahrif edilmiş olmasına rağmen, müşriklerden
        ayırdedilmiş ve kendilerine farklı bir statü tanınmıştır.
        İslâm ahkâmına göre, İslâm idâresini kabul edip
        bağlandıktan sonra ehl-i kitaba ibadetlerini serbestçe
        yapabilme hürriyeti tanınır. Antlaşma
        şartlarını tamamen yerine getirmeleri ve âdil
        ölçülerde kendilerine konan cizyeyi (baş vergisini) ödemeleri
        hâlinde İslâm idâreşinin himâyesinde olup can ve nal
        güvenlikleri sağlanır.
        Bu hususlara muhâlif davranan müslümanlar, büyük bir günâh işlemiş
        sayılırlar. Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler döneminden
        itibaren tüm âdil İslâm idârelerinde ehl-i kitaba bu hakların
        eksiksiz verildiği, antlaşma metinlerine bu hususların
        hassâsiyetle yazıldığı ve uygulanmasında büyük
        titizlik gösterildiği, tarihî bir gerçektir. Bu hassâsiyet,
        Peygamber efendimizin, "Bir zımmîye zulmedenin... kıyâmet
        gününde hasmı benim!" hadislerinde en güzel şekliyle
        ifadesini bulmuştur (Ebû Dâvûd, İmâret, 33; ayrıca
        bkz. Ebû Dâvûd, Cihad 153). Sefere çıkan ordu
        komutanlarına ve valilere halifeler tarafından verilen tâlimâtlarda,
        muâhedûn, ehlü'z-zimme veya zimmîler sıfatıyla ehl-i
        kitabın haklarına riâyet etmeleri, kendilerine ibadet
        hürriyeti verilmesi ve insânı muâmelede bulunulması
        sıkı sıkıya emredilmiştir. İmâm Ebû
        Yûsuf'un Kitâbü'l-Harâc'ı, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın
        Kitâbü'l-Emvâl'ı ve diğer İslâm hukukçularının
        kaynak eserleri bu tâlimatları ile ehl-i kitaba uygulanacak ahkâm
        ve verilecek haklar konusunda geniş bilgiler ihtivâ ederler.
        İlk halifeler döneminde ehl-i kitabın, Arap
        Yarımadası'ndan sürülüp çıkarılması, Hz.
        Peygamber'in, "Arap Yarımadası'nda iki din birarada
        bulunmayacaktır" (Muvatta', Medine, 18,19) şeklindeki bir
        hadisine dayandırılırsa da bunun yanında ehl-i
        kitabın, antlaşma şartlarına uymamaları ve
        huzursuzluk çıkarmalarının da bu uygulamaya esas
        teşkil ettiğini göz önünde bulundurmak gerekir.
        Hz. Peygamber'in, yahudi ve hristiyan olmadıkları halde
        Hecer ve Bahreyn'deki İranlılardan cizye almış
        olması, ilk dönemlerde mecûsîlerin de ehl-i kitap adı ile
        anılmalarına değilse bile, ehl-i kitaba uygulanan ahkâm
        ile muâmele görmelerine yol açmıştır. Ayrıca Arap
        Yarımadası'nın dışında kalan bölgelerde
        yahûdilik ve hristiyanlıktan başka dinlere mensup
        olanların ehl-i kitaba tanınan haklara sahip olup
        olamayacakları hususu, İslâm âlimlerince farklı
        şekillerde yorumlanmıştır. Bu sebeple İslâm
        tarihinin çeşitli dönemlerinde Arap Yarımadası'nın
        dışındaki putperestlerden ve diğer din
        mensuplarından da cizye* alınıp kendilerine ehl-i kitab
        gibi muâmele edildiği olmuştur. Ancak bu husus, ehl-i kitab tâbirinin
        zamanla anlam değiştirdiği ve şümûlünün genişletildiği
        manasına gelmez.
        Kur'an; yahudi ve hristiyanlar gibi, -sonradan bozulmuş da
        olsa-, bir hak dine inananların yiyeceklerini müslümanlara helâl
        kılmıştır:
        "Bugün size temiz ve faydalı şeyler helâl kılındı.
        Kitap verilenlerin yiyecekleri size, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir"
        (el-Mâide, 5/5).
        Bu âyetin manası genel olup, domuz, şarap, içki, ölü
        hayvan gibi aslı haram olan yiyeceklerin dışında
        kalanları içine alır.
        Yahudi ve hristiyanlar dışında kalanlar müşrik hükmünde
        olup, kestikleri yenmez. Yahudi ve hristiyanların kesim şekli
        kendi dinlerinin kabûl ettiği bir şekilde oluyorsa, böyle
        kesilen hayvanlar yenir; dinlerinin kabûl etmediği bir kesme ve
        öldürme şekliyle öldürülmüşse, böyle hayvanların
        etleri yenilmez.
        İslâm, müslüman bir erkeğin kâfir veya müşrik bir
        kadınla evlenmesine izin vermezken, kitap ehlinden olan, yani
        yahudi veya hristiyan bir kadına evlenmesine izin vermiştir.
        Çünkü bunların dini, aslı bozulmuş olsa da semâvî
        bir dindir. Bu konuda Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurulur:
        "Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz
        de onlara helâldir. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, iman eden hür
        ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitab verilenlerin hür ve
        iffetli kadınları, zina etmemek ve gizli dost tutmamak
        şartıyla size helaldır" (Maide 5/5).
        Bu, kitap ehline İslâm'ın bir müsâmahasıdır.
        Kitâbî kadınlarla evlenmek bir ruhsattır, azîmet değildir.
        Yani aslolan, müslüman bir erkeğin kitâbî kadınla
        evlenmesi değil, evlenebilir olmasıdır. Fakat müslüman
        bir kadın, yahudi ve hristiyan da olsa gayr-i müslim bir erkekle
        evlenemez, bu haramdır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, müslüman
        bir erkek için mümin bir kadın şüphesiz, kitâbî bir kadından
        daha iyidir. Doğacak neslin inanç, terbiye ve yetiştirilmesinde
        tehlike görülürse kitâbî kadınlarla evlenilmemelidir. Müslümanların
        azınlık durumunda olduğu memleketlerde müslüman
        nüfusun artması, kitâbî erkeklerle evlenemeyeceklerinden
        müslüman kızların açıkta kalmaması için,
        kitâbî kadınlarla evlenebilme hükmünün geçici olarak kısıtlanması
        da mümkündür.