Bâtını veya gizli mallar. Gizli olan veya zekât memurlarından
        gizlenmesi mümkün ve kolay olan mallar bu gruba girer. Bunların
        tam olarak tespiti zordur. Ancak sahiplerinin beyanı, herhangi bir
        yerde emânet edilmiş olmalarıyla tesbitleri mümkün
        olabilir. Altın, gümüş, nakit paralar, mücevherât ve
        ticaret malları bu çeşide girer. Evinde altın zinet
        eşyası bulunduran bir kadın bunların
        varlığını zekât memuruna bildirmezse, araştırma
        yaparak bunları tesbit etmek imkânsızdır. Bu yüzden
        gizli malların zekâtı, sahiplerinin vermesi için devlet
        mâliyeşinin kontrolü dışında
        bırakılmıştır.
        Hz. Osman devrine kadar ister gizli olsun, ister açık bütün
        malların zekâtı devlet tarafından
        alınmaktaydı. Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında
        devlet gelirleri arttı. Ticaret malları ile nakit paranın
        tesbit ve kontrolü zorlaşmaya başladı. Bunun üzerine
        Hz. Osman bâtını malların zekâtını sahibinin
        isteğine bıraktı. Bu mallara sahip olan kimseler, devlet
        başkanının vekili kabul edilerek zekâtlarını
        muhtaçlara bizzat vermekle yükümlü tutuldular. Sâib b. Yezid şöyle
        diyor: "Hz. Osman'ın minbere çıkarak şöyle dediğini
        duydum: 'Bu ay zekât verme ayıdır. Kimin üzerinde zekât
        borcu varsa, borcunu ödesin". Hz. Osman devrinde başlayan bu
        uygulama günümüze kadar bu şekilde devam edegelmiştir.
        (el-Kâsânı, Bedâyiü's-Sanâyi', I!, 7; Seyyid Sâbık,
        Fıkhu's-Sünne, I, 204). Ancak İslâm devleti uygun gördüğü
        takdirde emvâl-i bâtınanın zekâtını da
        toplayabilir. Bunların toplanıp emvâl-i zâhire ile birlikte
        tek elden yani devlet eliyle dağıtılması çok daha
        yararlı olur.