Bir malı satarken, alış fiyatına veya mâliyeti
        üzerine eklenen fazlalık.
        Arapça karşılığı ribâ olup, sözlükte,
        mastar anlamı; kazanmak, kâr etmek demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de
        şu şekilde kullanılmıştır: "Onlar,
        doğruluğa karşılık
        sapıklığı satın aldılar. Fakat bu
        ticaretleri onlara kâr getirmedi" (el-Bakara, 2/16).
        Alış-Veriş genellikle kâr sağlamak veya
        ihtiyacı karşılamak amacıyla yapılır.
        Ticaret meşrû olunca, kâr elde etmenin de meşrû olması
        tabiîdir.
        Çünkü kâr, mal mübadeleşinin semeresi olup, onsuz ekonomik
        bir hayat düşünülemez. Bu yüzden İslâm hukuku kârı
        yasaklamamıştır. Âyet ve Hadislerde ticaret ve
        kazançtan genel olarak söz edilmiş ve ekonomik hayatın
        belirli ölçülere uyularak, kendi tabiî kuralları içinde
        yürümesi amaçlanmıştır. Kârın tabiî ve ahlâkı
        ölçüler içinde oluşması esas
        alınmıştır. Bu prensibin bir gereği olarak
        alış-verişlerde çeşitli mallara yüzde hesabıyla
        bir kâr haddi belirlenmemiştir. Genel olarak, arz ve talep
        kanunlarına bağlı serbest rekabet esasları içinde
        kendiliğinden oluşacak fiyatlar ölçü alınır.
        Ancak bu prensibi korumak ve insanların temel ihtiyaçlarının
        istismarını önlemek için, bir takım tedbirler
        öngörülmüştür. Ribanın yasaklanması,
        karşılıksız kazanç yollarının
        kapatılması ve gerektiğinde narha başvurulması
        bunlar arasında sayılabilir.
        Alış-verişlerde yalan, hile, aldatma, satılan
        şeyin ayıbını gizleme veya onu mevcut olmayan
        vasıflarla övme yasaklanmış, açık, gerçekçi ve
        ma'kul ölçüler geliştirilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de
        şöyle buyurulur: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını
        haram yollarla yemeyiniz. Ancak karşılıklı
        rızaya dayanan, meşrû bir ticaret yoluyla olması durumu
        müstesnadır" (en-Nisâ, 4/29); "Allah alış-verişi
        helâl, ribayı ise haram kılmıştır"
        (el-Bakara, 2/275).
        Kâr durumuna göre satım akdi şu kısımlara
        ayrılır:
        a) Pazarlıkla (müsavemeli) satış:
        Tarafların üzerinde anlaştıkları bir
        satış bedeli ile, malı mübâdele etmeleri. Burada alış
        fiyatı veya mâliyet açıklanmadan satış bedeli
        belirlenir. Pazarlık bu fiyat üzerinden yapılır.
        İslâm hukukunda satış (bey') denilince daha çok bu çeşit
        alış-verişler akla gelir. İslâm bilginlerince, yanılma
        ve yalan karışma ihtimali az olduğu için müsâvemeli
        satış şekli tavsiye edilir. Alıcıya net kâr
        miktarı açıklanmaz. Fakat satış bedelinin içinde
        kâr da dahildir. Akde yalan, hile ve aldatma karışır,
        fiyat da fâhiş gabin ölçüsünde yüksek olursa, akdi aşırı
        yararlanma sebebiyle feshetmek mümkündür. Böyle bir durum yoksa,
        tarafların karşılıklı rıza sonucu
        anlaştıkları bedelin miktarına müdahale edilmez
        (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sânâyi V, 134; İbn Âbidin,
        Reddü'l-Muhtâr, IV, 159; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik
        Problemlere İslâmi Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s.
        88, 89).
        b) Murâbahalı satış: Alış fiyatı veya
        mâliyet üzerine belirli bir kâr ekleyerek yapılan
        satış. "Bu malın alış fiyatı veya mâliyeti
        yüzbin liradır. Yirmibin veya yüzde yirmi kârla satıyorum"
        demek gibi. Murâbahalı satışta, alış
        fiyatının veya mâliyetin ve kâr miktar veya yüzdeşinin
        müşteriye açıklanması gerekir. Bu, ana paranın
        mislî yanı ölçü, tartı veya standart olup sayıyla
        alınıp satılan şeylerden olmasını
        gerektirir. Ribâ (faiz) cereyan eden mislî mallar kendi cinsleriyle
        murâbahalı olarak mübâdele edilemez. Yüz gram altını,
        yüz yirmi gram altınla veya yüz kg. buğdayı yüz yirmi
        kg. buğdayla mübâdele etmek gibi. Aksi halde fazlalıklar ribâ
        (faiz) olur. Ancak cinsler değişik olursa kârlı
        satılabilir. İki ton arpa
        karşılığında aldığımız bir
        ton buğday, iki buçuk ton arpayla mübâdele edilirse, yarım
        ton arpa, kâr olur (es-Serâhsî, el-Mebsût, XIII, 82, 89;
        el-Kâsânî, a.g.e, V, 221).
        c) Tevliye: Alış fiyatı üzerinden, hiç kâr
        eklemeksizin satış yapmak demektir. Buna, başa baş
        satış yapmak da denir. Ancak, mâliyeti etkileyecek bir takım
        masraflar yapılmışsa ticaret örfüne göre bunlar
        eklenir. Bu takdirde satış yine kârsız ve mâliyet
        üzerinden yapılmış olur. Tevliyede, murâbahalı ve
        zararına (vazîa) satışlar gibi güvene dayanan bir satış
        şeklidir. Alıcı verilen bilgilere güvenerek akit yapar.
        Bu yüzden verilen bu bilgilerin doğru olması gerekir. Aksi
        halde alıcı için daha sonra akdi bozma veya aldanma miktarını
        satış bedelinden düşürme gibi haklar doğar.
        Hz. Peygamber Medîne'ye hicret etmek isteyince, Ebû Bekir (r.a) iki
        tane deve satın aldı. Rasûlüllah (s.a.s) O'na şöyle
        dedi: "Bu iki deveden birisini bana aldığın fiyatla
        devret " Hz. Ebû Bekir bedelsiz vermek isteyince, Hz. Peygamber
        bunu kabul etmedi. Kârsız satış çeşitli amaçlarla
        yapılabilir. Malı elinden çıkarma isteği, nakit
        para sıkıntısı, malın moda veya mevsiminin geçmek
        üzere olması, alıcıya yardım etmek, müşteri
        tutmak ve benzeri düşünceler bunlar arasında
        sayılabilir.
        d) Vazîa (zararına satış): Alış
        fiyatının veya mâliyetin altında bir fiyatla
        satış yapmak. Bir kimse, malını belirli bir kârla
        satabileceği gibi, hiç kârsız hatta zararına da
        satabilir. Zararına satış da çeşitli amaçlarla yapılır.
        Alıcıya yardımda bulunma, malı bir an önce paraya
        çevirme ve müşteriyi işyerine alıştırma
        bunlar arasında zikredilebilir. Ancak satıcının
        sıkışık durumundan, samimiyetinden veya malın
        gerçek değerini bilmeyişinden yararlanarak iman
        değerinin çok altında bir fiyatla satın almaktan
        sakınmak gerekir. Sahabe devrinde, alışverişlerde dürüst
        hareket edildiği, hile ve hud'a yoluna
        sapılmadığı, o devre ait çeşitli
        uygulamalardan anlaşılmaktadır. Ashab-ı kirâmdan
        Cerir b. Abdillah el-Becelî (ö. 51/671) birisinden bir at satın
        almak ister. Satıcı atı 500 dirheme verebileceğini söyler.
        Cerir: "Bu at daha fazla eder, şu anda 600 dirhem veririm,
        fiyatı 800 dirheme kadar da arttırabilirim" dedi.
        Satıcı: "Atım cidden bu kadar değerli
        midir?" diye sorunca da; "At, belki 800 dirhemden de fazla
        edebilir, fakat ben daha fazla veremem" diye cevap verir. Bu
        sırada çevrede bulunanlar Cerîr'e şöyle derler: "Atı
        500 dirheme satın alman mümkün iken fiyatı niçin bu kadar
        yükselttin?" Cerîr şu cevabı verir; "Biz,
        alış-verişlerimizde hile yapmayacağımız
        hususunda Allah'ın Rasûlüne söz verdik" (İbn Hazm,
        el-Mûhallâ, Mısır 1389, IX, s. 454 vd).
        Bir satım akdinde kâr miktarını belirleyebilmek için
        her şeyden önce malın ilk alış fiyatı veya
        kıymet arttırıcı harcamalar gerektirmeyen mallarda kâr,
        doğrudan doğruya alış fiyatının üzerine
        eklenir. Alış fiyatına anapara (re'sü'l-mâl) denir. Bu,
        ilk alıcının akitle ödemeyi üstlendiği bedeldir.
        Başka bir deyimle, mala kendisiyle mâlik olunan ve akitle gerekli
        olan bedeldir. Akitten sonra, satış bedeli yerine başka
        bir bedel üzerinde sözleşme yapılsa, bu yeni bedel anapara
        sayılmaz. Kârlı (murâbahalı) başa baş
        (Tevliye) ve zararına (vazia) satışlarda anapara veya mâliyet
        asıldır. Klâsik İslâm hukuku kaynaklarında bir
        malın üretim ve dolaşım safhası, mâliyet bakımından
        bir tutulmuş ve ayrı olarak ele
        alınmamıştır. Hanefîlerde, mâliyete eklenip
        eklenmeyecek harcamaların belirlenmesinde örfe ağırlık
        verilmiştir. Bu konuda temel prensip, malın kendisinde veya
        kıymetinde artış meydana getirme niteliğinde olan
        harcamaların alış fiyatına eklenmesi, bu
        niteliği taşımayanların ise eklenmemesidir. Meselâ,
        nakliye, dikiş, cilâlama, boyama gibi, malda artış
        sağlayan masraflar eklenebilecek, mal sahibinin (ilk
        alıcı) malın alımı, nakli ve pazarlaması
        sırasında kendi şahsı veya aile fertleri için yaptığı
        yeme, içme, yatıp kalkma masraflarıyla, çoban, bekçi,
        doktor veya veteriner masrafları eklenerek masraflar
        arasındadır (es-Serahsî, el-Mebsût, XIII, 80, 91;
        el-Kâsânî, a.g.e, V, 223; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, III, 162; ibn
        Âbidin, Reddu'l-Muhtâr, IV, 155; Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm, I,
        598; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna göre Alım-Satımda
        Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 103, 113).
        İslâm hukukunda net maliyet hesabı, güvene dayanan bir
        satış niteliğindeki murâbaha, tevliye ve vazîa satışlarında
        gereklidir. Satıcı kendi alış fiyatım müşteriye
        açıklamaksızın, belirleyeceği bir satış
        bedeliyle malını satabilir. Hatta mala, piyasadaki rayiç
        fiyatlarını ölçü alarak, yeni bir kıymet koyup, bu
        yeni değer üzerinde bir kâr ilavesiyle satış yapmak da
        mümkündür. Yeter ki, alıcıyı yanıltacak ve onu
        etki altında bırakacak yanlış bilgiler verilmesin. Kârın
        meşrû olması için, satıcının iyi niyet
        kurallarından ayrılmaması ve alıcıya doğru
        bilgiler vermesi gerekir. Aksi halde gabin hali söz konusu olabilir ve
        alıcı lehine bazı haklar doğar (bk. Gabin mad.).
        İslâm'da, çeşitli mallara yüzde üzerinden belirli kâr
        haddi uygulaması getirilseydi ekonomik hayat zorluklarla
        karşılaşırdı. Çünkü kâr miktarını
        dondurmak, o malın alış fiyatını veya mâliyetini
        tam olarak bilmeyi gerektirir. Bu ise her zaman net olarak hesaplanamaz
        ve akde hile karışabilir. Diğer yandan aynı cins ve
        kalitedeki malın mâliyeti tüccardan tüccara değişir.
        Sermayesi geniş olan kimse, peşin para ile çok mal satın
        alır, kendi araçları ile nakleder; dükkânı kendi
        yeridir, kira ödemez. Bütün bu nedenlerle malı ucuza mâl eder.
        Diğer bir tüccarda bu imkânlar olmadığı için,
        mâliyeti yüksek olabilir. Üretimdeki mâliyetler çok daha değişik
        etkenler yüzünden farklı olur. Aynı cins ve miktarda bir
        çok malın mâliyetleri farklı olunca, yüzde kâr ilâvesiyle
        oluşacak satış bedelleri de farklı olacaktır. Böyle
        bir piyasada ucuz fiyata satanlar alıcı bulur. Mâliyeti
        yüksek olduğu için pahalı satmak zorunda kalanlara,
        diğerlerinin elinde mal biterse, satış sırası
        gelecektir. İşte bu ve benzeri sakıncalar yüzünden,
        Allah Rasulü piyasa fiyatlarına müdahale etmesi için kendisine
        başvuran Sahâbilere şöyle buyurdu: "Şüphe yok ki,
        fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren,
        rızıklandıran ancak Allah'tır. Ben sizden hiç
        kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir
        haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu
        halde, Rabbine kavuşmak istemem" (Ebû Dâvud, Bûyû', 49;
        Tirmizî, Bûyû', 73; ibn Mâce, Ticârât, 27; Ahmed b. Hanbel,
        Müsned, II, 327, III, 85, 106, 286).
        Sonuç olarak İslâm'da sağlam bir ticaret ahlâkının
        oluşması amaçlanmıştır.
        Alış-verişe hile, hud'a, yalanın
        karıştırılması yasaklanmış, temel
        ihtiyaç maddelerini günün rayiç bedeli ile satanların sadaka
        sevabı kazanacakları belirtilmiş ve tüccarların
        bununla bir toplum hizmeti yaptıklarına işaret
        edilmiştir. Ancak iyi niyetin yeterli olmadığı
        devirlerde esnaf ve tüccarı serbest ve kontrolsüz bırakmak
        temel ihtiyaçların sömürülmesine yol açar. Üretim, dağıtım
        ve para gücünün kötüye kullanılmaması için devletin
        gerekli tedbirleri alarak üretici ve tüketiciyi koruması arz ve
        talep dengesini sağlama gerekir. Bunun sonucunda üretici ve dağıtıcıya
        az gelmeyecek, alıcıda çok görünmeyecek bir piyasa fiyatı
        oluşur. İşte bu fiyatın içinde yer alan, İslâm'da
        miktar ve oranı belirlenmemiş bulunan kâr meşrû sayılır.