Vaktinin dışında kılınan namaz.
        Kaza; hüküm ve karar verme, yerine getirme demektir. Bir görevin
        vakti geçtikten sonra yapılması, Cenab-ı Hakk'ın
        ezelî ilminde belirlenmiş bulunan kader yazısının,
        uygulama zamanı geldikçe gerçekleşmesi. Bu sonuncu anlamda
        "kaza" bir kelâm terimidir. Namazın şer'an
        belirlenen vakti dışında kılınması
        anlamındaki 'kaza" ise bir fıkıh terimidir.
        Namazın vakti içinde kılınmasına "edâ"
        bir eksiklik yüzünden yeniden kılınmasına "iâde"
        denir.
        İslâm'da namaz, oruç ve hac gibi ibadetler için belirli ifa
        vakitleri konulmuştur. Bu vakitlerin kaçırılması hâlinde
        artık edâ değil, kaza söz konusu olur. Farz namazların
        kendi vakitleri içinde kılınması farzdır.
        Özürsüz olarak bir namazın vaktini geçirmek büyük
        günahlardan sayılmıştır. Mücerred olarak namazın
        kazası ile, bu kimsenin üzerinden namaz borcu düşerse de,
        geciktirmekten dolay meydana gelen günah devam eder. Bunun için, namazı
        kaza eden kimsenin, ayrıca Allâh'a tevbe etmesi gerekir. Bir de
        mebrûr hac büyük günahlara keffâret olduğu için hac yapanların,
        daha önce namazı özürsüz olarak vaktinde kılamamaktan
        doğan günahlarının da affedileceği umulur. Düşman
        korkusu ve hamile kadının çocuğunun ölümünden korkması
        gibi ciddi özürlerle farz namaz kazaya bırakılabilir.
        Yolcunun, hırsız ve yol kesicilerden korkması da düşman
        korkusu kapsamına girer (İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır
        1389/1970, I, 485 vd.; el-Fetâvâ'l Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 121
        vd.; İbn Âbidin Reddu'l-Muhtâr ale'd-Dürri'l-Muhtâr,
        İstanbul 1984, II, 62).
        Günlük işler, sanat ve meslekler, aile fertlerinin geçimini
        sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuklar
        namazın geriye bırakılması için özür sayılmaz.
        Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Öyle erkekler
        vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir
        alış-veriş, Allah'ı anmaktan, namazı
        dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar,
        dehşetinden kalblerin ve gözlerin ters döneceği günden
        korkarlar" (en-Nûr, 24/37).
        Hz. Peygamber'e hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca;
        "ilk vaktinde kılınan namazdır"
        cevabını vermiştir (bk. Ebû Dâvud, Salât, 9; Tirmizi,
        Mevârit, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 374, 375, 440)
        Hendek Savaşı'nda Rasûlüllah (s.a.s)'i, müşrikler dört
        vakit namazdan alıkoymuşlar, hatta gecenin de bir bölümü
        geçmişti. Sonunda Allah elçisi, Bilâl-i Habeşi'ye ezan
        okumasını emir buyurdu. Bilâl ezan okudu, sonra kâmet
        getirdi ve öğleyi kıldılar. Sonra kâmet getirerek
        ikindiyi, sonra yine kâmet getirerek akşam namazını,
        sonra tekrar kâmet getirerek yatsıyı kıldılar. Ebû
        Saîd el-Hudrî (r.a) bu sırada Su âyetin indiğini nakleder:
        "Allah kâfirleri öfkeleriyle geri çevirdi. Hiç bir şey
        elde edemediler. İman edenlere savaşta Allah'ın
        yardımı yetti. Allah mutlak kudret sahihidir her şeye
        galiptir" (el-Ahzab, 33/25). Ancak Hendek Savaşı
        sırasında, henüz korku namazı ile ilgili âyet inmemişti.
        Yüce Allah bu âyette şöyle buyurur: "Eğer korku içinde
        bulunursanız, yaya olarak veya binekli iken namazını
        kılın. Güven içinde bulunduğunuzda da bilmediğiniz
        şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı
        zikredin" (el-Bakara, 2/239; bk. en-Nisâ. 4/101-103).
        Hz. Peygamber bazı gazvelerinde, daha sonra ashab-ı kiram
        mecusîlerle yaptıkları savaşlarda "korku
        namazı" kılmışlar. Düşman korkusu yüzünden
        namazı kazaya bırakma yolunu tercih etmemişlerdir. Bunun
        kılınış biçimi ile ilgili olarak (bk. Korku Namazı).
        Korku namazı Ebû Hanîfe ve imam Muhammed'e göre, düşman,
        sel baskını, yangın vb. korkulu zamanlarda
        başvurulacak olan ve kıyamete kadar yürürlükte bulunan bir
        namazdır. Bu durum İslâm'ın namaza ve onun cemaatle
        kılınışına verdiği önemi göstermektedir.
        Ölüm tehlikesi gibi ağır şartlar oluşmadıkça,
        güç yettiği ölçü ve şekilde, ayakta, oturarak, yatarak,
        gerektiğinde yalnız, başın iması ile
        namazın kılınmasının istenmesi, namazın
        belirlenmiş olan vakti içinde kılınmasını
        sağlamak amacına yöneliktir.
        Rasûlüllah (s.a.s), namazın ancak iki durumda kazaya
        kalması halinde mü'minin özürlü sayılacağını
        ifade etmek üzere şöyle buyurmuştur: "Kim uyur
        kalır veya unutarak namazı vaktinde kılmamış
        bulunursa, onu hatırlayınca kılsın" (Tirmizî,
        Salât, 16, Mevâkit, 53; İbn Mâce, Salât, 10). Burada yalnız
        uyku ve unutma halinde vaktinde kılınamayan namazın
        kalasından söz edildiği için ibn Hazm gibi bazı
        bilginler bir mazeret olmaksızın namazını kasten
        kılmayanların, daha sonra bunu kaza edemeyeceklerini fakat
        bunun yerine Allah'a tevbe ve istiğfar etmenin daha uygun
        olacağını söylemişledir (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid,
        Terc. Ahmed Meylânî, İstanbul 1973, I, 268).
        Ancak İslâm fakihlerinin büyük çoğunluğuna göre
        zamanında kılınamayan farz namazların kazası da
        farzdır. Çünkü uyku veya unutma gibi bir özür hâlinde bile
        kaza gerekince, bir özrü olmaksızın namazını
        vaktinde kılmayanlara da kaza etmeleri öncelikle gerekir. Ayrıca,
        namazı geciktirmekten dolayı Allah'a tevbe ve istiğfar
        edilir. Namazı kaza etmeden yapılacak tevbe geçerli olmaz.
        Çünkü tevbenin ön şartlarından birisi, önce ma'siyetten
        vazgeçmektir (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., I, 485 vd.; İbn
        Âbidin, a.g.e., II, 62-67).
        Ebû Bekir ibnü'l-Arabi'ye göre Rasûlüllah (s.a.s) yolculuklarında,
        üç defa uyuyarak, sabah namazım ashab-ı kiramla kaza
        etmiştir. Bunlardan birisi Hayber Gazası dönüşüdür.
        Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Allah'ın Rasûlü
        konaklama yerinde, uyku basınca istirahate çekilmiş ve Bilâl
        (r.a)'e kendilerini sabah namaz için uyandırmasını
        bildirmiştir. Bilâl, nâfile namaz kılmış, sabah
        yaklaşınca da, hayvanına dayalı olarak uyuya
        kalmış. Güneş yüzlerine vuruncaya kadar aşırı
        yorgunluktan ne Rasûlüllah (s.a.s) ve ne de sahabeden hiçbiri uyanmamışlardı.
        İlk uyanan Rasûlüllah olmuş ve Bilâl'ı
        uyarmıştır. Kafilenin ilerlemesinden bir müddet sonra
        Ashab'a abdest almaları emredilmiş, Hz. Peygamber iki rek'at
        namaz kılmış, sonra Bilâl kamet getirmiş ve sabah
        namazı cemaatle kaza edilmiştir. Sonra Allah elçisi şöyle
        buyurmuştur: "Her kim namazını unutursa, onu
        hatırladığı zaman hemen kılsın. Çünkü,
        Allah: "Beni anman için namaz kıl" (Tâhâ, 20/ 14)
        buyurdu" (Müslim, Mesâcid, 309; Ebu Dâvud, Salât, 11; Tirmizi,
        Tefsîru Sûre, 20; İbn Mâce, Salât, 10; Ahmed b. Hanbel,
        Müsned, IV, 47).
        Ebu Katâde ve İmran b. Hüsayn'ın ayrı ayrı
        naklettiği başka bir yolculukta da uyku sebebiyle sabah
        namazı Rasûlüllah (s.a.s) tarafından güneş doğup
        beyazlaştıktan sonra kaza olarak
        kılınmıştır. Burada, olayı rivâyet
        edenler hangi yolculuk olduğunu belirtmedikleri için, hadisçiler,
        bunun Hayber, Tebük, Hudeybiye veya Ceyşü'l-Umerâ gazâsına
        ait olabileceğini ifade etmişlerdir (bk. Buhârî, Teyemmüm,
        6; Menâkıb, 25; Müslim, Mesâcid, 311, 312; Sahîh-i Müslim
        Terceme ve Şerhi, IV, 1955-1963).
        Kaza namazlarının kılınışıyla
        ilgili fıkhi hükümleri şöylece özetlemek mümkündür:
        Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz
        namazların, kazası farz. Vitir namazı gibi vacip
        kazası da vaciptir. Namazların sünnetlerinin durumu ise
        şöyledir: Sabah namazının farzıyla birlikte sünneti
        vaktinde kılmamışsa, güneşin doğuşundan
        sonra istivâ (gündüzün ortası) vaktine kadar bu sünnet farzı
        ile birlikte kaza edilir. Güneşin doğuşundan önce veya
        istivadan sonra kaza edilmez. Öğle namazının ilk sünneti
        cemaatle farza yetişmek için terkedilirse farzdan sonra ve son iki
        rekat sünnetten önce kaza edilir. Son iki rekattan sonra da kaza
        edilebilir. Burada sünnet için kaza teriminin kullanılması
        mecaz yoluyladır (bk. İbn Abidin, a.g.e., II, 65). Terk edilen
        sünnetlerin kazası gerekmez. Ancak başlanıldıktan
        sonra herhangi bir sebeple terk edilen sünnet veya nafile namazın
        kazası vacip olur. Kadınlar özel hallerinde kılamadıkları
        farz namazlarını kaza etmezler. Fakat tutamadıkları
        oruçları kaza ederler.
        Üzerinde kazaya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazaya
        kalmış namazlarının toplamı altı vakti geçmemiş
        bulunan kimseye "tertib sahibi" denir. Altı vakit
        namazı kazaya kaldığı takdirde tertip sahibi
        olmaktan çıkar, kaza namazları arasında veya kaza namazlârıyla
        vakit namazları arasında sıra gözetilmesi gerekmez.
        Tertip sahibinin kaza namazı ile vakit namazları arasında
        sırayı gözetmesi gerekir. Tertip sahibi olmayan kimse kazaya
        kalan namazını kılmadan diğer namazlarım
        kılabilir.
        Tertip sahibi olan bir kişi bir tarz namazını veya Ebu
        Hanîfe'ye göre vacip olan vitir namazını özürsüz olarak
        veya hayız ve nifas dışında bir özürle vaktinde kılmamış
        olsa bu namazı ilk vakit namazından önce kaza etmesi gerekir.
        Çünkü gerek kaza namazları arasında ve gerek bunlarla vakit
        namazları arasında sırayı gözetmek
        şarttır.
        Kazaya kalmış namazlar birden fazla olupta vakit bunlardan
        yalnız bir kısmı ile vakit namazları kılmaya
        elverişli olursa sıraya uymak gerekmez.
        Bir kimsenin vitir namazından başka altı vakitten
        fazla veya altı vakit namazı kazaya kalmış olsa
        bunları kaza etmeden vakit namazlarını kılabilir,
        çünkü kaza namazları vitirden başka altı vakit olunca
        çok, altı vakitten noksan olunca az sayılır.
        Kazaya kalan namazlarda niyet, aakit namazlarda olduğu gibi
        şarttır. Ancak kazaya kalan namazlar çok olursa ve tayini
        mümkün olmazsa niyetleri "kazaya kalmış ilk" veya
        "kazaya kalmış son" namaz olarak yapılır.
        Kazaya kalmış namazların vakitleri ve
        sayıları belli ise ona yöre niyet edilir.
        Dâru'l-harb'de müslüman olup da bilgisizliği yüzünden
        namazlarını kılmamış olan kimse, daha sonra
        dini görevlerini öğrense bu namazları kaza etmesi gerekmez.
        Yükümlü olabilmek için bilgi şarttır. Dâru'l-İslâm'da
        hidayete eren kimse bu konuda özürlü sayılmaz. İhtida
        etmeden önceki namazlarını kaza etmez, bunlar Allahu Teâla
        tarafından affedilmiştir, ancak ihtida ettikten sonra
        namazlarının kılmakla ve bilgisizliği veya ihmali yüzünden
        kılmadığı namazlarını da kaza etmekle yükümlüdür.
        Kaza namazları imam ve cemaatin aynı namazı
        kılmaları şartıyla cemaatle de
        kılınabilir. Kaza edilen namaz sabah, akşam ve yatsı
        namazı gibi sesli okunan namazlardan ise, imam sesli okur,
        değilse içinden okur.
        Kaza namazlarının evde kılınması daha
        iyidir. Çünkü kazaya namaz bırakmakla büyük bir günah işlenmiştir,
        bunun teşhir edilmemesi gerekir.
        Kaza namazlarının belirli vakitleri yoktur. Üç kerahet
        vakti dışında her vakitte kaza namazı
        kılınabilir.
        Kaza namazı kılmak nafile namaz kılmaktan daha iyidir.
        Fakat kaza namazı kılmak maksadıyla farz namazların
        müekked ve gayr-i müekked sünnetlerini terketmek doğru
        değildir.
        Mukim iken kazaya bırakılmış olan bir namaz
        yolculuk sırasında kılınmak istenirse
        kısaltılmadan kılınır. Yolculuk
        sırasında kazaya bırakılan bir namaz da beldesine döndükten
        sonra kaza edilmek istenirse kısaltılarak
        kılınır.
        Aşağıdaki üç vakitte ne kazaya kalmış farz
        namazlar, ne vitir gibi vacip namaz ve ne hazırlanmış
        durumdaki cenaze namazı kılınamaz. Daha önce okunmuş
        olan secde âyetinden dolayı "tilâvet secdesi" de yapılamaz.
        1. Güneşin doğmasından, kırk-elli dakika geçip,
        yükselmesine kadar.
        2. Güneşin tam başımızın üzerinde bulunduğu
        vakit. Buna zeval ânı denir.
        3. Güneşin sararmasından, yani gözleri kamaştırmaz
        bir hale geldiğinden itibaren, batıncaya kadar olan vakit.
        Bu üç vakitte kılınacak kaza namazının iadesi
        gerekir. Bunun dışındaki vakitlerde kaza namazı
        kılmak mümkün ve caizdir. İmam Şafii'ye göre ise kaza
        namazı her zaman kılınabilir. Söz konusu kerahet
        vakitlerinde de kaza namazı kılmak caizdir.
        Namazlarını özürsüz olarak kasten terkeden ve bunları
        kaza edemeden vefat eden kimse, büyük günah yükü ile âhirete
        geçmiş olur. Onun işi yüce Allah'la kendisi arasındadır.
        Bu namazların, tevbe, istiğfar veya keffâret yoluyla telâfi
        edileceğine dair açık bir âyet, hadis veya icmâ yoktur.
        Ancak yaşlılık veya sürekli hastalık nedeniyle
        orucunu tutamayanların, kaza edemeden ölümleri hâlinde, bunun
        "fidye" ile telâfisi hükmüne (bk. el-Bakara, 2/184) kıyas
        yapılarak veya "ihtiyat" prensibine dayanılarak,
        hanefilerde "namaz fidyesi" de müstahsen görülmüştür
        (bk. "İskat ve Devir" maddesi) Allah'la şehidler
        arasındaki hakların affedileceği nass'la (bk. el-Bakara,
        2/154; Âlu İmrân, 3/169; en-Nisâ, 4/69; Müslim, İmâre,
        152; Nesâî, Cihâd, 22; Ahmed b. Hanbel, II, 322, III, 251, 289)
        belirtilmiştir.
        Şehidler, daha önce kılamadıkları
        namazların affı konusunda istisnâ olabilirler (Kaza namazı
        için bk. İbnü'l-Hümâm, a.g.e., I, 458 vd.;
        el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 121 vd.; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 62
        vd.).