Okumak Namazda kıraat; namaz kılanın kendisi
        işitecek şekilde, diliyle harflerini çıkararak Kur'ân-ı
        Kerîm âyetlerinden bir miktar okuması. Kıraat, namazın
        bir rüknü olarak farzdır. Okuyanın kendisinin bile
        işitemeyeceği okuma, kıraat sayılmaz. Ancak imama
        uyan kimse bundan müstesnadır.
        Nâfile ve vitir namazının bütün rekatlarında, farz
        namazların ise herhangi iki rek'atinde kıraat farzdır.
        Kur'ân-ı Kerîmde şöyle buyurulur: "O halde Kur'ân'dan
        kolayınıza geleni okuyun" (el-Müzemmil, 73/20). Buradaki
        emir vücub içindir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
        "Kıraatsiz namaz olmaz" (Müslim, Salât, 42; Ebû
        Dâvud, Salât, 132, 167).
        Farz olan kıraat miktarı Ebû Hanîfe'ye göre, en az altı
        harfli bir âyet kadar olmalıdır. "Sümme nazara (sonra
        baktı)" (el-Müddessir, 74/21), "Lem yelid (O doğurmamıştır)"
        (el-İhlas, 112/3) âyetleri gibi. Bu ikinci âyetin aslı
        "lem Levlid" olduğu için aslî harfler altıya
        tamamlanır. Ebû Yusuf'a, İmam Muhammed eş-Şeybânî'ye
        ve Ebû Hanîfe'den başka bir rivâyete göre, namazda kıraat,
        farkı olan her rek'atte en az kısa üç âyet veya böyle üç
        âyet miktarı uzun bir âyettir. İhtiyata uygun olan da budur
        (el-Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, I, 110; İbnü'l-Hümâm,
        Fethu'l-Kadîr, Kahire, t.y., I, 193, 205, 222, vd.; ez-Zeylaî,
        Tebyînü'l Hakâik, l, 104, vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Mısır,
        ty., I, 415).
        Kıraatin, dört rek'atli farz namazlarda ilk iki rek'atte ifası
        farz değil vâcip hükmündedir. Hz. Ali'nin (ö. 40/660);
        "ilk iki rek'atteki kıraat, son iki rek'atteki kıraat
        yerine geçer" dediği nakledilir. Abdullah b. Mes'ud (ö 32,
        652) ve Hz. Aişe (ö. 57/676), farz namaz kılanın son iki
        rekatte dilerse Kur'ân-ı Kerim okuyacağını, dilerse
        tesbihle meşgul olabileceğini belirtmişlerdir. Fâtiha,
        başka bir sûre veya uç âyetin okunması da böyledir
        (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dımaşk
        1405/1985, I. 646).
        Namazda Fâtiha Sûresi'ni okumak Haneli fakîhlere göre farz değil
        vaciptir. Gizli veya aşık okunan namazlarla, imam veya
        cemaatin okuması hükmü değiştirmez. Hz. Peygamber,
        namazını yanlış kılan (musî') sahabeye, namazın
        kılınış şeklini tarif ederken kiraatla ilgili
        olarak; "Sonra, Kur'ân'dan ezberinde olan, sana kolay geleni oku
        " (Buhâri, Husûmât, 4, İsti'zan, 18, İstitâbe, 9,
        Eymân, 15; Müslim, Salât, 45; Ebû Dâvud, Salât, 144, Tatavvu', 17,
        Vitr, 22; Tirmizî, Salat, 110, Kur'ân, 9; Nesaf, İftitâh, 7, 37,
        Tatbik, 77; İbn Mâce, İkâme, 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
        I, 40, 43, II, 437) buyurmuştur.
        Çoğunluk İslâm hukukçuları namazda Fâtiha'nın
        okunmasını farz kabul ederler. Onlar "Kur'ân'dan kolayınıza
        gelen yeri okuyun" âyetini Fâtiha olarak tefsir ederler. Çünkü
        Hadislerde şöyle buyurulmuştur; "Fâtiha okunmadıkça
        namaz olmaz" (Müslim, Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167;
        Tirmizî, Salât, 116; Ahmed b. Hanbel, II, 307, 428, 443),
        "Ümmü'l-Kur'ân'ı (Fâtiha) okumayan kimsenin namazı
        yeterli olmaz" (Tirmizî, Mevâkît, 29, 116), "Ben namazı
        nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın" (Buhârî,
        Ezân, 18, Edeb, 27, Ahâd, 1)
        Hanefiler bu konuda aşağıdaki delillere
        dayanırlar.
        a. Kur'ân'dan kolayına gelen yeri okuma emri mutlaktır. Bu
        emir, Kur'ân adı verilen herhangi bir yerden en az kıraatla
        gerçekleşir. Diğer yandan, namaz dışında Kur'ân
        okumanın farz olmadığı icmâ ile sabittir. Durum
        böyle olunca namazda kıraatın farz olusu
        kesinleşmiş bulunur.
        b. Namazda Fâtiha'nın okunmasını bildiren hadisler
        âhâd haber türündendir. Farz oluşu kesin Kur'ân delili ile
        sabit olan bir hükmün üzerine âhâd haberle ziyade yapmak caiz değildir.
        Bununla Fâtiha'nın okunması vacip olarak sâbit olur. O'nu
        terketmek tahrîmen mekruhtur. Yanılarak terkeden veya geciktiren
        sehiv secdesi yapar
        c. Namazını yanlış kılan sahabeye Hz.
        Peygamber; "Namaza kalktığın zaman, tam olarak
        abdest al, sonra kıbleye yönelerek tekbir getir, sonra Kur'ân'dan
        bildiğinin kolay gelenini oku" (Buharî, Husûmât, 4,
        İsti'zân, 18, İstitâbe, 9, Eymân, 15; Müslim, Salât, 45;
        Ebu Davud, Salât, 144; Tirmizî, Salât, 110, Kur'ân, 9; Nesaî,
        iftitah, 7, 37) buyurmuştur. Eğer Fâtiha'nın
        okunması farz veya rükun olsaydı, bunun yanlış
        namaz kılan bu sahabeye Hz. Peygamber'in bildirmesi gerekirdi.
        d. Ubâde b. es-Sâmit (r.a)'ten (ö. 34/654) rivâyet edilen;
        "Fâtiha'yı okumayan kimsenin namazı yoktur." (Müslim,
        Salât, 42; Ebû Dâvud, Salât, 132, 167; Tirmizî, Salât, 116)
        hadisi, faziletin yokluğu anlamına gelir Namazın sahih
        olmadığını ifade etmez. Nitekim; "Mescid'e
        komşu olanın namazı mescidde kılmadıkça
        geçerli değildir" hadisinde de; "fazileti eksik
        olur" anlamı vardır (ez-Zeylai, Nasbu'r-Râye, I, 365,
        366; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 647). Ancak Dârekutni'nin naklettiği
        bu hadis fazileti eksik olur" zayıftır.
        Hanefîlere göre, ne Fâtiha'nın ve ne de başka sûrelerin
        başındaki besmeleler âyet değildir. Sadece, en-Neml Sûresi'nin
        otuzuncu âyetindeki besmele bir âyettir. Enes (r.a)'ten (ö. 91/717)
        şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlüllâh
        (s.a.s), Hz. Ebû Bekir (ö.13/634), Ömer (23/643) ve Osman (ö.
        35/655) ile birlikte namaz kıldım. Bunlardan hiçbirisini
        besmele çekerken, işitmedim" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,
        264, 273, 275, 278).
        Tek başına namaz kılan kimse Sübhânekeden sonra
        gizli olarak eûzü besmele okur ve her rek'atte Fâtiha'dan önce
        besmeleyi tekrar eder. Fâtiha bitince "âmin" der. Anlamı:
        Ey Rabbimiz, duamızı kabul buyur demektir (ez-Zühaylî,
        a.g.e., I, 646, 647).
        İmama Uyan Cemaatin (Muktedî) Kıraatı:
        Hanefîlere göre, imama uyan için kıraat yoktur.
        Dayandıkları deliller şunlardır:
        a. Kitap. Âyette şöyle buyurulur: "Kur'ân-ı Kerîm
        okunduğu zaman onu dinleyiniz ve susunuz ki merhamet
        olunasınız" (el-A'râf, 7/204). Ahmed b. Hanbel,
        bilginlerin, bu âyetin namaza ait olduğunda görüş
        birliği içinde bulunduklarını belirtir. Âyet;
        "dinleme" ve "susma"yı emretmektedir. Birinci
        sabah, akşam ve yatsı namazları gibi sesli (cehrî)
        okunan namazlara âittir. Susma ise, açık veya gizli okunsun. Bütün
        namazları kapsamına alır Buna göre namaz kılanların
        sesli namazda dinlemeleri, sessiz kılınanlarda ise
        susmaları vacip olur. Bu prensibe uymamak tahrimen mekruhtur.
        b. Sünnet hadiste şöyle buyurulur: "Kim imanın
        arkasında namaz kılarsa, imamın kıraati onun da
        kıraatidir. (İbn Mâce, İkâme, 13). Bu hadis, gizli ve
        açık okunan bütün namazları kapsamına alır.
        Başka bir hadiste şöyle buyurulur: "İmam, kendisine
        uyulmak i, cin öne geçirilmiştir. Bu yüzden, o tekbir alınca
        siz de alınız. Okuduğu zaman ise susunuz" (Buharî,
        Salât, 18, Ezân, 51, 74, 82, 128, Taksîru's-Salât, 17; Müslim,
        Salât, 77 , 82).
        Hz. Peygamber bir gün ikindi namazını
        kıldırırken, arkasında cemaatten bir adam
        "Sebbihi'sme Rabbike la'lâ" suresini okumaya başladı.
        Rasûlüllah (s.a.s), namazın sonunda cemaate dönerek, okuyanın
        kim olduğunu sordu. Bir adam kendisinin okuduğunu söyleyince
        Hz. Peygamber: "Ben, sizden bazılarınızın
        benimle münâkasa ettiğinizi sandım" (Müslim, Salât,
        48) buyurdu. Bu hadis, gizli okunan namazda cemaatın kıraatte
        bulunmaması gerektiğine delâlet eder. Sessiz kılman
        namazda böyle olunca, sesli okunan namazlarda öncelikle gerekli olur.
        c. Kıyas. Cemaat üzerine kıraat gerekseydi, diğer rükünlerde
        olduğu gibi, namaza imam rukuda iken yetişen (mesbûk) kıraatten
        sorumlu tutulurdu. Ama rükû'da yetişen kimse o rek'ate
        yetişmiş sayılır. Böylece, cemaatin kıraati,
        cemaate sonradan yetişenin (mesbûk) kıraatine kıyas
        yapılmıştır (el-Kâsânî, a.g.e., l, 110 vd.;
        ez-Zühaylî, a.g.e., l, 648)
        Hanefilerin dışında kalan çoğunluk İslâm
        hukukçularına göre, namazda kıraat olarak Fâtiha'nın
        okunması gerekir. "Fâtiha okumayanın namazı
        yoktur", "Kendisinde Fâtiha okunmayan namaz yeterli
        olmaz", "Namazı ben nasıl kılıyorsam, siz
        de öyle kılınız" hadisleri bunun delilleridir (bk.
        İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır, ty., I,
        119 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire, ty.,
        I, 376-491, 562-568; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb,
        Matbaatü'l-Bâbî el-Halebî, I, 72). Her namazın ilk iki
        rek'atında Fâtiha'dan sonra bir sûre okunması ise sünnettir.
        İmama uyan kimse, gizli okunan (sırrı) namazda Fâtiha ve
        bir sûre okur. Mâlikî ve Hanbelîlere göre sesli okunan (cehrî)
        namazda hiçbir şey okumaz. Şâfiîlere göre ise, cehrî'de
        yalnız Fâtiha'yı okur. Ahmed b. Hanbel'in, açıklık
        kazanan görüşüne göre, cemaat, imamın ilk ara
        verişinde, Fatihâ'nın yarısını, ikinci arada
        ise geri kalanını okur. Bu ikisi arasında, imamın
        okuyuşunu dinler (ez-Zühaylî, a.g.e., I, 649).
        İslâm bilginleri, namazda arapçanın
        dışında bir dille yapılacak kıraatin yeterli
        olmadığı konusunda görüş birliği içindedirler.
        Çünkü Kur'ân'ın dili arapçadır, Âyetlerde; "İşte
        böylece, Biz onu arapça bir Kur'ân olarak indirdik" (Tâhâ,
        20/113). "Şüphesiz Biz, kâfirlerin: "Bu Kur'ân'ı,
        Muhammed'e bir adam öğretiyor" dediklerini çok iyi
        biliyoruz. Kendisine isnatta bulundukları bu adamın dili
        yabancıdır. Kur'ân ise açık, fasîh arapçadır"
        (en-Nahl, 16/103); Kur'ân-ı Kerîm lafız ve mânâsı ile
        mucizedir. Lafızlar terceme ile değiştirilirse Kur'ân,
        nazım özelliğini kaybeder. Bu sebeple terceme, ne Kur'ân ve
        ne de benzeri (misil) sayılmaz. Ancak, O'nun tefsîri sayılabilir.
        Tefsîr, tefsir edilenden başKadir. Bu arada, bazı Hanefîler'e
        göre Fâtiha'yı okumaktan âciz olan kimse, (Fâtiha'yı öğreninceye
        kadar arapçadan başka bir dille geçici olarak tercümesini
        okuyabilir (el-Kâsânî, a.g.e., I, 112).