HakikatKitabevi

Kitap-Download

15 — TİCÂRETDE ADÂLET VE İHTİKÂR

Aşağıdaki yazı, (Kimyâ-i se’âdet)den terceme edildi:

Bu kitâbımıza her zemân karşılaşılan şeyleri seçip yazdık. Bu kadarını bilmiyen, harâma ve fâize düşer de haberi olmaz. Sormasını da bilemez. Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun birçok alışveriş yapanlar vardır ki, bunların müslimânlara zarâr ve ziyânı da dokunuyor. Bunları yapanlar, la’net içinde kalıyor. Alışverişde müslimânlara ziyân yapmak iki dürlü olur: Birisi, herkese zararı dokunmak olup, bu da iki kısmdır: Biri ihtikârdır, [diğeri ise piyasaya kalp para sürmekdir]. İhtikâr eden mel’ûndur.

(İhtikâr) demek, insan ve hayvân gıdâ maddelerini piyasadan toplayıp, yığıp, pahâlandığı zemân satmakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse gıdâ maddelerini alıp, pahâlı olup da satmak için kırk gün saklarsa, hepsini fakîrlere parasız dağıtsa, günâhını ödiyemez). Yine buyurdu ki, (Bir kimse gıdâ maddelerini kırk gün saklarsa, Allahü teâlâ ona darılır. O, Allahü teâlâyı saymamış olur). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir kimse, hâricden gıdâ maddesi satın alıp, şehre getirir ve piyasaya göre satarsa, sadaka vermiş gibi sevâb kazanır veyâ köle âzâd etmiş gibi sevâb kazanır). İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Gıdâ maddelerini kırk gün saklıyanın kalbi kararır). Ona, bir muhtekiri haber verdiklerinde, emr etdi, sakladığı şeyleri yakdırdı. Âlimlerden birisi, tüccâr idi. Vâsıt şehrinden, Basraya gıdâ gönderip satılmasını vekîline emr etdi. Basrada ucuz olduğu için, vekîli bir hafta bekleyip, pahâlı satdı ve âlime müjde yazdı. Cevâbında buyurdu ki, (Biz, az kâr ile çok sevâb kazanmağı dahâ çok severiz. Fazla kazanmak için, dînimizi fedâ etmemeli idin. Çok büyük cinâyet yapmışsın. Bunu afv etdirmek için sermâyeyi ve kârı hemen sadaka olarak dağıt!). İhtikârın harâm olması, müslimânlara zarârlı olduğu içindir. Çünki, gıdâ maddeleri, insanların ve hayvânların yaşıyabilmesi için lâzımdır. Satılınca, herkesin alması mubâhdır. Bir kişi alıp saklayınca, başkaları alamaz. Sanki çeşme suyunu saklayıp, herkesi susuz bırakmağa benzer. Gıdâ maddelerini bu niyyet ile satın almak günâhdır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Köylü, tarlasından aldığı gıdâ maddelerini istediği zemân satabilir. Acele satması vâcib değildir. Fekat, acele etmesi sevâbdır. Pahâlı olunca satmasını düşünmesi çirkindir. İlâclarda ve gıdâ maddesi olmıyan ve herkese lâzım olmıyan şeylerde ihtikâr harâm değildir. Ekmek ve benzerlerinde çok harâm olup, et, yağ gibilerde az harâmdır). İmâmeyne göre, bunların hepsi ihtikârdır. İnsanlara lâzım olan herşeyde ihtikâr harâmdır. Hükûmet, ihtikâr edeni, haber alınca, evine yetecek kadar bırakıp, fazlasını halka satmasını emr eder.

[İmâm-ı a’zam “rahmetullahi aleyh”, ilâcların saklanarak yüksek fiyâtla satılmasını beklemek ihtikâr olmaz, buyurdu. İlâcların çoğu böyle ise de, kininin sıtmaya, ensülinin diyabete ve aşı ile serumların, belli mikroplara karşı kullanılması, ekmeğin açlığa karşı kullanılması gibi, muhakkak şifâya sebeb olduğundan, bu gibi, te’sîri kuvvetli ilâcları saklıyarak, ihtikâr [kara borsacılık] yapmak harâm olur]. Gıdâ maddelerinde ihtikârın harâm olması, az bulundukları zemândadır. Çok olup, herkes kolay alabilirse, ihtikâr harâm olmaz. Fekat, böyle zemânlarda da, mekrûh olur. Çünki, insanların zararını beklemek, iyi değildir.

Herkese yapılan zararın ikinci kısmı, (Kalp para sürmek)dir. Alan, anlamazsa, zulm edilmiş olur. Anlarsa, o da başkasını, başkası da, bir diğerini, zincirleme aldatırlar. Elden ele dolaşdıkca, günâhı, hep birinci kimseye de yazılır. Bunun için, (Bir sahte lira vermek, yüz lira çalmakdan dahâ fenâdır) buyurmuşlardır. Çünki, hırsızlığın günâhı bir kerredir. Bunun günâhı ise, öldükden sonra bile devâm eder. En zavallı kimse, ölüp gitdiği hâlde, bırakdığı kötülük sebebi ile günâhı tükenmiyen kimsedir. Öldükden senelerce sonra günâhı yazılır ve azâbını çeker. Eline sahte para geçen, onu yok etmeli, kimseye vermemelidir. İnsan paraları iyi tanımalı ve aldanmamakdan ziyâde, kimseyi aldatmamağa dikkat etmelidir. Bilmiyerek alıp vermek de günâhdır. Çünki, (İnsanın, başına gelen her işin, dindeki ilmini öğrenmesi vâcibdir). Yok etmek niyyeti ile, kalp para almak sevâbdır. Ayârı bozuk ma’den paraları yok etmemeli, söyliyerek emîn kimselere, hükûmete vermelidir. Hîle edecek kimselere vermesi, silâhı yol kesene satmağa benzer ki, harâmdır.

Ziyânın ikinci dürlüsü, alışveriş edilen kimseye yapılan zarardır. Zarar veren her iş, zulm olur. Zulm ise harâmdır. Her müslimân, kendisine yapılmasını istemediği birşeyi, kâfirlere dahî yapmamalıdır.

Başlıca dört şey yapmamak lâzımdır:

1 — Satılan malı, olduğundan aşırı medh etmemelidir. Çünki, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulm etmiş olur. Hattâ, doğru olarak da, müşterînin bildiği şeyi söylememelidir. Çünki, bu da fâidesiz söz olur. Kıyâmet günü her sözden süâl olunacakdır. Beyhûde söyliyenler, hiç özr bulamıyacakdır. Yemîn ile satmağa gelince, yalan yere yemîn etmek harâmdır. Ya’nî büyük günâhdır. Doğru yemîn ederse, az birşey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Alışverişde vallahi böyledir, vallahi öyle değildir diye yemîn edenlere ve san’at sâhiblerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmıyanlara yazıklar olsun!). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Malını yemîn ederek beğendiren kimseye kıyâmet günü merhamet edilmiyecek, acınmıyacakdır). Yûnüs bin Abîd “rahmetullahi teâlâ aleyh” ipekli kumaş tüccârı idi. Malını satarken hiç medh etmezdi. Çırağı, birgün, kumaşı gösterirken, müşterînin yanında, (Yâ Rabbî! Bu Cennet kumaşından bana da nasîb et!) deyince, Yûnüs, bu sözün kumaşı medh etmek olacağını düşünerek, kumaşı kaldırıp satdırmadı.

2 — Malın aybını, müşterîden gizlememeli, hepsini, olduğu gibi göstermelidir. Kusûru gizlemek, hıyânetdir. Mü’mine, nasîhat etmemekdir. Zâlim, âsî olmakdır. Malın iyi tarafını göstermek, karanlıkda göstermek zulm, hîle olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buğday satan birisinin buğdayına, mubârek parmaklarını sokup, içinin yaş olduğunu görünce, (Bu nedir?) buyurdu. Yağmur ıslatmışdır deyince, (Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden, bizden değildir) buyurdu. Birisi, üçyüz dirhem gümüşe bir deve satdı. Devenin ayağında ârıza vardı. Eshâb-ı kirâmdan “aleyhimürrıdvân” Vâsile bin Eska’ orada idi. O ânda dalgın idi. Devenin satıldığını anlayınca, alanın arkasından koşup, devenin ayağı ârızalıdır dedi. Müşterî deveyi geri getirip, parasını aldı. Bâyı’, satışımı niçin bozdun? deyince, Vâsile dedi ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Satılan birşeyin kusûrunu gizlemek halâl değildir. O kusûru bilip söylememek de, kimseye halâl değildir.) Vâsile yine dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bizden söz aldı ki, müslimânlara nasîhat edelim. Onlara merhamet edelim. Malın kusûrunu saklamak, nasîhat etmemek olur. Satıcıların, kusûr saklamamaları çok gücdür. Büyük cihâd demekdir. Bu cihâdı kazanmak için, mal alırken dikkat etmeli, kusûrlu mal almamalıdır. Eğer kusûrlu mal alırsa, müşterîye söylemeği niyyet etmelidir. Eğer aldanırsa, ziyân etmiş olur. Başkasını da ziyâna sokmamalıdır. Kendisi, başkasına incinince, başkalarını da kendinden soğutmamalıdır. Şunu iyi bilmelidir ki, hîle ile rızk artmaz. Belki, malın bereketi gider. Hîle ile azar azar birikdirilen şeyler, ânsızın gelen bir felâketle, birden bire giderek geride yalnız günâhları kalır. Nitekim bir sütcü, süte su katardı. Birgün, ânsızın sel gelip, ineği boğdu. Adam şaşkın bir hâlde düşünürken, çocuğu dedi ki, katdığımız sular birikerek, gelip ineği götürdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ticârete hıyânet karışınca, bereket gider). Bereket demek, az malın çok fâidesi olmak, çok işe yaramak demekdir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin râhat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar. Bereketli olmıyan, çok mal vardır ki, sâhibinin dünyâda ve âhıretde felâketine sebeb olur. O hâlde, malın çok olmasını değil, bereketli olmasını istemelidir. Bereket, emîn olanlarda bulunur. Hattâ çokluk dahî emîn tüccârlarda bulunur. Çünki, her müşterî, emîn tüccâra gider. Hıyânet edenlere kimse gitmez. Bir tüccâr düşünmeli ki, ömrü yüz seneden çok değildir. Âhıretin ise, sonu yokdur. Birkaç günlük ömrünün altın ve gümüşünü artdırmak için, ebedî ömrünü ziyâna sokmağı kim ister? Böyle düşünen bir satıcı hıyânet yapamaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Lâ ilâhe illallah diyenler, dünyâyı dinden üstün tutmadıkca, Allahü teâlânın gadabından, azâbından kurtulurlar. Dîni bırakıp, dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince, Allahü teâlâ, onlara, yalan söylüyorsun! buyurur).

Her san’atde de hîle yapmamak farzdır. Çürük iş yapmak ve gizlemek harâmdır. İmâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi teâlâ aleyh”, gizli yama yapmağı sordular. Kendi giymesi ve müşterînin giymek istemesi ile câiz  olup, hîle olarak yapmak, ya’nî gizli yamayı, yeni diye satmak günâhdır. Aldığı para harâmdır, buyurdu.

[İnsanlar fâsıkdır, kâfirdir diyerek, hiyle, hıyânet yapmanın câiz olacağını sanmak doğru değildir. Hiyle, hıyânet ve başkalarının haklarına saldırmak harâmdır. Harâmlar, zarûret olmadıkca, hiçbir yerde, hiçbir sebeble halâl olmaz. İslâmın güzel ahlâkını her yerde tatbîk etmek lâzımdır. Güzel ahlâklı olmak sûreti ile müslimânlığı tanıtmak, Emr-i ma’rûf yapmak olur. Dâr-ül-harbde de, kâfirlerin haklarına dokunmamak, hükûmetlerinin kanûnlarına uymak, kimseyi dolandırmamak, müslimânlığın îcâbıdır. Hasen el-Bennâ ve Seyyid Kutb ve Mevdûdî gibi mezhebsizler, Hac sûresinin otuzdokuzuncu âyet-i kerîmesine yanlış ma’nâ vererek, gençleri hükûmete karşı ısyân etmeğe  teşvîk etdiler. Kardeşi kardeşe, düşman yapdılar. Anarşiyi körüklediler. Hâlbuki, bu âyet-i kerîmenin meâli, (Mü’minlere saldıran zâlimlerle cihâd yapmağa izn verildi)dir. Mekkede kâfirler, müslimânlara zulm ediyorlar, yaralıyor, öldürüyorlardı. Bu zâlimlerle döğüşmek için, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” tekrâr tekrâr izn istediler. İzn verilmedi. Zâlimlerin zulmünden kurtulamıyacak olanların, kâfir memleketi olan Habeşistâna hicret etmelerine izn verildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîneye hicret edince, bu âyet-i kerîme gelerek, yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki zâlimlerle cihâd yapmasına izn verildi. Bu âyet, müslimânların zâlim hükûmete karşı ısyân etmeleri için değil, islâm devletinin, insanların islâm dînini işitmelerine, müslimân olmalarına mâni’ olan, zâlim diktatörlerin orduları ile cihâd yapmasına izn vermekdedir. Görülüyor ki, müslimân olsun, kâfir olsun, âdil olsun, zâlim olsun, hiçbir hükûmete karşı, isyân etmek, kanûnlara karşı gelmek, hiçbir zemân câiz değildir. Fitne çıkarmamalı, fitne çıkaranların arasına karışmamalıdır. Komünist memleketde bulunan bir müslimân, zulm ve işkenceden usanır, islâmiyyete uygun yaşaması, ibâdetlerini yapabilmesi imkânsız olur ise, zâlimlere yine karşı gelmemeli, bir islâm memleketine, hicret etmelidir. İslâm memleketine hicret imkânı bulamazsa, insan haklarına, dîne, ibâdete saldırmıyan herhangi bir memlekete gitmelidir.]

3 — Ölçüde hîle etmemeli, doğru dartmalıdır. Kur’ân-ı kerîmde, Mutaffifîn sûresi, birinci âyetinde meâlen, (Verirken noksân, alırken fazla ölçenlere acı azâblar yapacağım) buyuruldu. Büyüklerimiz, her aldıklarını biraz noksân, verdiklerini de, biraz fazla ölçerdi. Bu az fark, Cehennem ile aramızda perdedir derlerdi. Bunu tam doğru ölçememek korkusundan yaparlardı. Yedi kat yer ve yedi kat gökler genişliğinde olan Cenneti, birkaç kuruşa satanlar ne kadar ahmakdır ve birkaç arpa dânesi için, Cehennem azâbı ile müjdelenenler ne kadar ahmakdır, buyururlardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” herne satın alsaydı, parasını biraz fazla verirdi. Fudayl bin İyâd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, oğlunu, birşey satın alıp, vereceği altının kirlerini temizlerken görünce, (Ey oğlum! Bu yapdığın iş, sana iki nâfile hacdan ve iki umreden dahâ fâidelidir) buyurdu. Büyüklerimiz buyuruyor ki, fâsıkların en kötüsü, alırken çok, satarken az ölçenlerdir. Manifaturacılardan, kumaşı alırken gevşek, satarken gergin tutup ölçenler de böyledir. Kemiğini, âdetden fazla koyan kasablar da böyledir. Hubûbât içine toz toprak karışdırıp satan köylüler de böyledir. Malın iyisi ile kötüsünü karışdırıp, hepsini iyi diye satan pazarcılar da böyledir. Bunların hepsini yapmak harâmdır. Vel-hâsıl, alışverişde herkese karşı doğru hareket etmek vâcibdir. Hattâ, kendine söylenmesini istemediği sözü başkalarına söylememelidir. Böyle harâmlardan kurtulmak için de, kendini, din kardeşinden üstün görmemek lâzımdır. Bunu da, herkesin yapması gücdür. Bunun için Allahü teâlâ, (Hepiniz Cehennemden geçeceksiniz!) buyuruyor. Ammâ, herkes Allahü teâlâdan korkusuna göre, oradan çabuk veyâ geç kurtulacakdır.

4 — Satış fiyâtında hîle yapmamakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Müslimânların, şehre mal getiren köylüleri karşılayıp piyasa fiyâtını gizliyerek, ucuz satın almalarını) men’ buyurdu. Köylünün bu sûretle yapdığı satışdan vaz geçmesi câizdir. Köylü ucuz birşey getirince, bunu karşılıyarak, malı bana bırak, ben sonra yüksek fiyâtla satarım demekden de men’ buyurdu. Bir malın pahâlı satılması için, herkesin yanında, onu yüksek fiyâtla satın almakdan da men’ buyurdu. Müşterîler, böyle bir satış olduğunu anlarsa, satışı bozabilir. Piyasayı bilmiyenlere yüksek fiyâtla mal satmak da harâmdır. Hattâ, acemî olup, ucuz satan veyâ pahâlı alanlar ile alışveriş etmemelidir. Bunlarla alışveriş sahîh ve câiz ise de, piyasadaki fiyâtı bunlardan gizlemek günâhdır. Basrada büyük bir tüccâr vardı. Îrânda, Süs şehrinde bulunan adamlarından biri, mektûb yazarak, bu sene şeker kamışı verimli olmadı. Başkaları duymadan, çok şeker al dedi. Tüccâr da, çok şeker satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahâlı satarak, otuzbin dirhem gümüş kâr etdi. Sonra, düşünüp, şeker kamışlarına âfet geldiğini müslimânlardan saklıyarak, onlara hıyânet etdim, bu nasıl müslimânlıkdır deyip, otuzbin dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Her birine, bu para senindir dedi. Niçin, dediklerinde, yapdığı yanlış işi anlatdı. Hiçbiri almayıp, sana halâl olsun dediler. Akşam evinde düşündü ki, belki utanarak almamışlardır. Din kardeşlerime hıyânet etdim, diyerek, ertesi gün tekrâr götürdü. Her birine yalvararak otuzbin dirhem gümüşü taksîm etdi. Müşterîye doğru söylemeli, hiç hîle etmemelidir. Malda bir ârıza oldu ise, haber vermelidir. Malı, akrabâ veyâ ahbâbından, ona yardım olsun diye yüksek fiyâtla aldı ise, müşterîsine bunu söyliyerek, doğru değerini bildirmelidir. Meselâ, on lira etmiyen malı, on lira vererek aldı ise, o malı satarken, on liraya aldığını söylememelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyâtı yükselip pahâlı satıyor ise, aldığı fiyâtı söylemelidir. Böyle misâller pekçokdur. Böyle hıyânetleri bilmiyerek yapan çokdur. Hıyânet yapmakdan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır. Çünki, herkes, dikkat ile, pazarlıkla uğraşarak, tam değerini verip aldığını sanır. O hâlde, aldatarak satmak, hıyânet ve dolandırıcılık olur.

[(Mecelle)nin yirmialtıncı [26] maddesinde, (Çok kimseyi zarârdan kurtarmak için, bir kimseye zarâr yapılabilir) diyor. Gıdâ maddelerini satanlar, piyasadaki değerin iki misline satarak halka zarâr verirlerse, hâkim piyasadaki değerine satdırır. Kıtlık zemânında, hükûmet, (İhtikâr) yapanın, ya’nî karaborsacıların yığdığı gıdâ maddelerini, uygun fiyât ile, aç kalanlara satdırabilir.

Abdülganî Nablüsî hazretleri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Hadîka) kitâbının ikiyüzyedinci [207] sahîfesinde buyuruyor ki, (Mezheblerin ruhsatlarını, ya’nî kolaylıklarını araşdırarak, işini bunlara uygun olarak yapan kimseye (Müleffık) denir. Böyle yapmak câiz değildir. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymak istemiyenin yapacağı şeydir. İhtiyâcdan dolayı veyâ zarûret ile, bir işini veyâ her işini başka mezhebe uyarak yapmak câizdir. Kolaylık için başka mezhebe geçmek, nefse uymak olur. Câiz olmaz.

Harâmı halâl ve halâli harâm yapmak için, yâhud birinin hakkına mâni’ olmak veyâ haksız mal ele geçirmek için, (Hîle-i bâtıla) yapmak câiz değildir. Hanefî ve Şâfi’î mezheblerinde, (Hîle-i şer’ıyye)nin câiz olması, harâm bir işi yapmağa izn vermek değildir. Bir hâkime, bir da’vâ geldiği zemân, bunda hîle olduğunu bilmezse, lâzım gelen hükmü vermesi câiz olur. Hîle olduğunu bilerek hükm verirse günâha girer). İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “radıyallahü anh”, müslimânlara böyle hîle öğreten müftî hicr olunur dedi. Evet, İmâm-ı a’zam, hîle-i şer’ıyye yapılması câiz olur buyurmuşdur. Fekat bu söz, islâmiyyete uymıyan sebeblerin kullanılmasına izn vermek değildir. Böyle sebeb kullanınca, bundan hâsıl olacak hükm mu’teber olur demekdir. Meselâ fâsid bey’ yapmak câiz değildir, harâmdır. Fekat fâsid bey’ yapılınca, bunun ahkâmına uymak lâzım olur. Cum’a ezânı okununca bey’ yapılması da böyledir. Iyne satışının harâm kısmını yapmak da böyledir. Harâm sebeble yapılan hîleden hâsıl olan hükme uymak, Şâfi’î mezhebinde de lâzımdır. Mâlikîde ve Hanbelîde lâzım değildir. Nisâba mâlik kimsenin, bir sene temâm olmadan önce, mâlını güvendiği birine temlîk etmesi, sene temâm oldukdan sonra geri alması, böylece zekâtın farz olmasına mâni’ olmak için hîle yapması, Hanefîde de câiz değildir. Bir kimse, kadını nikâh etmişdim diyerek, iki yalancı şâhid gösterse, kadın inkâr etse de, onun zevcesi olur. Fekat, bu hükmün hâsıl olması için, yalancı şâhid kullanmak harâm olur. Ödünç vermekde fâizi, mu’âmele satışı şeklinde câiz yapmak da böyledir. Bid’atdir. [Ödünç alırken fâiz vermesi îcâb edenin, mu’âmele satışı yaparak fâiz cezâsından kurtulacağı, üçüncü kısmda, 12. ci maddenin üçüncü sahîfesinde bildirilmişdi. Bu fetvâ, nafaka temîninden âciz olup, fâizsiz karz-ı hasen vereni bulamıyan kimse içindir. Ya’nî, fâiz ile ödünç almak zarûreti bulunan fakîri fâiz günâhından korumak içindir. Yoksa, herkes mu’amele satışı yapmak sûreti ile, fâiz vererek ödünç alabilir demek değildir.] Böyle sözleşmelerde, elfâz değil, ma’nâ mu’teberdir. Harâmı halâl yapmak için (Hîle-i bâtıla) yapmak yehûdîlerin âdetidir.)

(Fetâvâ-yı Hindiyye)de altıncı cüz’de diyor ki, (Harâmdan kurtulmak için, halâla kavuşmak için hîle-i şer’ıyye yapmak câizdir ve iyidir. Böyle hîlenin câiz olmasına sened, Sâd sûresinin kırkdördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerîme, Eyyûb aleyhisselâm, zevcesine yüz sopa vurmağa yemîn edince, bu yemîni yapmakdan kurtulması için yapılacak hîle-i şer’iyyeyi bildirmekdedir.) (Eşi’at-ül-leme’ât)da had cezâlarında diyor ki: Sa’îd bin Sa’d dedi ki, babam Sa’d, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zinâ yaparken yakaladık dedi. (Buna, üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!) buyurdu. Böylece, bir vurmakla, yüz sopa vurulmuş, had cezâsı yapılmış olur. Eşi’a tercemesi, hîle-i şer’ıyyenin câiz ve lâzım olduğunu göstermekdedir.]

 

Hevâ ve hevesden kaçmak isterim,
beni bana komaz, divâne nefsim.

İyiyi kötüden seçmek isterim,
beni bana komaz, divâne nefsim.

Özümü düzene koymak isterim,
hayrımı, şerrimi, bilmek isterim.

Aklımı başıma dermek isterim,
beni bana komaz, divâne nefsim.

Dünyâya her gelen, gitmekde dâim,
Yolcuya düşeni, derim yapayım.

Gelenden, gidenden ibret alayım,
beni bana komaz, divâne nefsim.