“Hikmetin başı Allah korkusudur.” Hàif, şeytandan daha ziyade nefsinden korkandır. Davud Aleyhisselâm’ı insanlar hasta diye ziyaret ederlerdi. Halbuki, Allah korkusundan ve ondan hayâsından dolayı hasta gibi olur, herkes de onu hasta zannederdi.
Ağlayıp gözlerinin yaşını silene hàif denmez, asıl hàif azab olunmak korkusundan kötülükleri terk edendir.
Hàif, ancak Allah’tan korkana denir. Havf ile recâ, erkek ile kadın gibidir. Hakîkat-ı iman bundan doğar. Korkudan, rahmet, ilim ve rızâ hasıl olur. İmanın kemâli ilimle, ilmin kemâli ise Allah korkusuyladır. İlim, imanı kazandırır, korku da, ma’rifet-i ilâhiyeyi. Muhabbet şerbetini ancak Allah’tan korkanlar içebilir.
“Allah’tan korkar mısın?” sualine susmak lhazımdır. Çünkü, “Hayır!” desen, küfre gidersin; “evet!” dersen, yalan söylemiş olursun. Zîrâ sıfatlarımız, Allah’tan korkanların sıfatlarına benzememektedir.
Allah’tan korkanların ulemâ-i billâh olduklarını ve bu korkunun kalbdeki bütün kötü ahlâkları yakıp, beden ve cevâriha sirayet ettiğini ve bu suretle de bütün maâsîlerden uzaklaşıp, tâat-ı ilâhiye ile meşgul oldukları bir gerçektir. Çünkü bir şeyden korkanın ondan kaçtığı gibi, Allah’tan korkanların da günahlardan kaçması tabii bir şeydir. Zîrâ, bütün kötülüklerin bir zehir olduğunu bilir de, onlardan uzak kalır. Bütün a’zay-i cevarih, huzu’ ve huşu’ içerisinde evamir-i ilâhiyeye teslim olurlar.
Murakabe, muhasebe, mücâhede, hep Allah korkusundaki kuvvete bağlıdır. Allah’tan korkanın kuvveti, kulun Cenâb-ı Hakk’ın celâl ve azametine ma’rifeti nisbetindedir.


